Ara

Ay

Mayıs 2016

Disosyatif Bozukluk Nedir

Disosiyatif Bozukluk

http://www.zeyneppinar.com/disosiyatif-bozukluk-nedir/ ‘dan alıntıdır.
Disosiyatif Bozukluk ülkemizde sık görülen bir ruhsal rahatsızlıktır. Disosiyatifin kelime anlamı çözülmedir. Disosiyatif Bozukluk çeşitli ruhsal sıkıntılar veya travmatik (üzücü, korkutucu, utandırıcı, öfke uyandırıcı) olaylarla bireyde bilinç- bellek ve kimlik sorunlarının (saçma sapan veya farklı biriymiş gibi konuşma, konuşamama, bayılma, unutkanlık, kim olduğunu bilememe vb) ortaya çıkması anlamına gelir.

Disosiyatif Bozukluk nedir?

Belirtileri nelerdir?

Disosiyatif Bozukluk neden olur?

Ne gibi sonuçları olur?

Tedavi nasıl yapılır?

Disosiyatif Bozukluk nedir?

Bu hastalarda yapılan bütün tetkik ve incelemelere rağmen bu belirtilere neden olabilecek bir beyin rahatsızlığı bulunamaz. Çocukluk döneminde kötü davranılma-travma öyküsü ile disosiyatif belirtiler arasında belirgin bir ilişki bulunmaktadır. Psikiyatri hasta grubunda yaklaşık % 5- 10 oranında görülür. Psikiyatrik sınıflama sistemi DSM IV’de 4 tipi tanımlanmıştır: Disosiyatif unutkanlık, disosiyatif kimlik bozukluğu, disosiyatif füg, depersonalizasyon bozukluğu. Ayrıca ICD 10 tanı sisteminde ise buna ek olarak disosiyatif bayılmalar ve kendinden geçme de yer almaktadır.

Belirtileri nelerdir?

En sık görülen ve doktora başvuruya neden olan belirti bayılmalardır. Bayılmalar, sara benzeri nöbet geçirme, çırpınma, kasılma gibi belirtiler şeklinde olabilir. Bu tür belirtiler genelde diğer insanlarla birlikteyken ortaya çıkar; hasta yere yavaş düşer yaralanma görülmez. Etrafta konuşulanları duyabilir ancak cevap veremez ve bayılma genelde uzun sürelidir. Bazı hastalar bu bayılma sonrası yüksek sesle ağlayarak kendine gelir. Kendine gelirken saldırgan davranışlarda bulunma saçını, yüzünü yolma gibi taşkınlık belirtileri görülebilir. Bu nöbetlere konversiyon tipi bayılma veya pseudo epileptik nöbet de denir Kişi eğer bu bayılma ve sonrasında olanları ve yaptıklarını hatırlamıyorsa bu aynı zamanda disosiyatif (kendinden geçme) nöbet olarak da adlandırılabilir.

Bayılma kadar sık başvuruya yol açmamakla birlikte Disosiyatif Bozuklukta görülebilen diğer belirti tipleri arasında kişinin travmatik bir olaydan sonra belli bir dönemi veya önemli kişisel bilgilerini ve kim olduğunu ani olarak hatırlayamaması (disosiyatif amnezi), disosiyatif amneziyle beraber kişinin kendisini farklı bir kişi olarak yaşantıladığı kişiliklere sahip olması (disosiyatif kimlik bozukluğu veya çoğul kişilik), bireyin farklı bir yerde farklı bir kimlikle belli bir süre yaşayıp eski kimliğini ve bilgilerini hatırlamaması (disosiyatif füg-kaçma)

Disosiyatif Bozukluk neden olur?

Disosiyatif bozuklukların kökeninde hemen daima çocukluk çağında yaşanmış kötü olaylar vardır. Çocuk kendisinden çok daha güçlü olan ebeveynleri veya büyük kişilerin kötü muameleleri ve olumsuz olaylar karşısında çok güçsüz ve çaresizdir, bu olaylarla baş edebilmek için tek yöntem disosiasyon yani zihinsel olarak durum. ortam ve kendisinden uzaklaşma ve kopmadır. Çocuklukta bu yöntemi öğrenen bireyler yetişkinlik dönemlerinde de bu tarzı sürdürür. Disosiyatif Bozukluk çeşitli ruhsal zorlanmalar karşısında bazı bireylerin tepki verme biçimidir, yani kişinin başa çıkamadığı travmalar (fiziksel bütünlüğe tehdit, dayak, işkence, şiddete maruz kalma, veya böyle bir duruma şahit olma, cinsel saldırı ve istismar, doğal afet ve felaketler, kişilerarası ilişkilerde kavga tartışma vb) ve diğer sorunlar (aile içi tartışma, ailevi sorunlar, kendisine yakıştıramadığı bir olaydan dolayı kendisini suçlama veya başkaları tarafından suçlanma, aşırı korku, endişe, pişmanlık) olduğunda bu duruma verdiği tepki biçimidir.

Disosiyatif bayılma veya kendinden geçme kişinin olumsuz yoğun duygulardan geçici olarak uzaklaşmasını sağlayan bir korunma düzeneğidir. Bu tür bayılmalar elektrikli cihazları yüksek voltajdan koruma işlevi gören sigortanın yüksek voltaj geldiğinde atarak elektriği kesip sistemi kapatmasına benzer. Birey bilinçli bir haldeyken kaldıramayacağı yoğun olumsuz duygulara (öfke, üzüntü, utanç, korku vb) maruz kaldığında “sigorta atarak” kişi bilincini kaybetmekte ve bu yoğun ruhsal acıdan geçici olarak kurtulmaktadır. Disosiyatif bozukluk sakin, kibar, insanları üzmek istemeyen ve onlara hayır diyemeyen insanlarda sık görülür. Buna dayalı olarak disosiyatif bozukluk olan ve çevresi ile sözel iletişim kuramayan ve sıkıntılarını paylaşamayan insanların bu sıkıntılarını bilinç değişikliği ile bir anlamda dile getirdikleri düşünülmektedir. Belirtiler her tür ruhsal baskı yaratan olaya bağlı çıkabilir (yas, ölüm, tartışma, ekonomik güçlük, ailevi sorunlar). Disosiyatif belirtileri ruhsal olarak iki yarar sağlar: İlk olarak kişi kendisinde sorun yaratan ruhsal sıkıntıdan kurtulur, ayrıca dolaylı olarak rahatsızlığı nedeniyle çevresinin tutumu daha destekleyici hale gelip kendisine anlayış gösterilebilir, kişi söyleyemediği bazı şeyleri bu durumda iken ifade edebilir. Bazı durumlarda ortaya çıkan belirtilerin kişinin yaşadıklarıyla bağlantısı olabilir örneğin görmemesi gereken bir olaya tanık olan bir kişide bu olayı hatırlamama ortaya çıkabilir.

Ne gibi sonuçları olur?

Bu belirtiler nedeni ile hastanın bazı sorunları azalabilse de iş ve aile hayatlarında sorunlar ortaya çıkar verimleri azalabilir. Aniden başlayan, geçici olarak yaşanan zor bir durum sonrası ortaya çıkmışsa, kişide başka psikiyatrik hastalık veya bedensel hastalık yok ise sonuç genelde iyidir. Ek rahatsızlığı olmayan veya geçici zorlanmalar nedeniyle disosiyatif ortaya çıkan hastalarda eğer sorun ortadan kalkmışsa belirtiler zamanla kendiliğinden kaybolur. Bu rahatsızlığı olan kişiler telkine yatkın oldukları için bir takım halk doktorları veya tıp dışı yöntemlerle hemen iyileştiği söylenen rahatsızlıkların çoğunluğunu disosiyatif bozukluk oluşturur. Bu hastalar telkine yatkın olduklarından hipnoz veya diğer tıp dışı telkin yöntemlerine iyi cevap verip belirtileri aniden geçebilirse de bu çok kalıcı olmaz, bir süre sonra yaşadıkları sıkıntılarla tekrar belirtiler ortaya çıkar. Uzun yıllardır süren, olumsuz yaşam koşulları ve zor olayların süreklilik gösterdiği kişilerde tedaviye rağmen belirtiler devam edebilir.

Tedavi nasıl yapılır?

Fiziksel ve ruhsal olarak iyice incelenen ve nörolojik bir hastalık saptanmayan hastalarda psikiyatrik muayene ile disosiyatif bozukluk tanısı konulduktan sonra tedavi başlanır. Kişide beyinle ilişkili yapısal bir hastalık bulunmadığından tedavisi acil değildir ve psikiyatrik tedavilerinin de acil servis koşullarında yapılması olanaksızdır. Bu hastaların psikiyatri hekimine psikiyatrik muayeneye uygun oldukları zaman yani konuşarak kendilerini anlatabildikleri dönemde tedaviye getirilmeleri uygundur.

Aile ve yakın çevrenin bu kişilerle sadece disosiyatif belirtileri varken ilgilenmesi (yani sadece bayılınca, saçma sapan konuşunca, dili tutulunca vb) sorunun sürmesine yol açar. Bu nedenle ailenin bu kişiye uygun ve destekleyici bir yaklaşımı genel olarak göstermesi disosiyatif belirtileri varken özel bir tutum değişikliği göstermemesi yararlı olur.

Tedavide ailenin doktorla işbirliği içinde olmasının tedavinin başarısı açısından büyük önemi vardır. Bazı kişilerde ek bir başka ruhsal rahatsızlıklar olabilir o zaman bunun tedavisi yapılmalıdır. Üzücü veya sıkıntı verici bir olay sonrası bayılan ve bunun psikolojik kökenli bayılma olduğu doktorlar tarafından onaylanan kişiler aile ortamında bayıldığında onu sakin bir odaya alıp yalnız bırakmak hastaya daha iyi gelecektir. Bu tür hastalara soğan koklatma, soğuk duşa sokma, kolonya ile el ve yüzü ovulması, çevredeki herkesin başına toplanması gibi işlemler uygulamak yardımcı olmak yerine stresini daha da artırmaktan başka işe yaramaz. Kronik ve zor olgularda tedavide iki nokta üzerinde durulur birincisi hastada zorlanma yaratan sorunların çözümü ve ikinci olarak da sorunlar karşısında disosiyatif tepkisi yerine daha olgun tepkiler geliştirmenin sağlanması. Bu bazen yıllarca sürecek ve kişilikte kısmi değişikliği hedefleyen psikoterapilerle olanaklıdır.

Gençlerde ve çocuklarda dissosiyasyon

Dissosiyatif bozukluklara gençler arasında çok rastlanır. Çocuklarda da görülür. Çocuk yaşta tedavisi daha kolaydır. Özellikle öfke patlamaları, evde ya da arkadaşları arasında şiddet kullanma, bazı söz ya da davranışlarını hatırlamama ve bu nedenle yalan söylüyor gibi görünme, ders başarısında nedeni anlaşılamayan dalgalanmalar olması, kimi zaman keyfi yerinde görünürken zaman zaman öfkeli, üzgün ruh hallerine kapılma en sık görülen belirtiler arasındadır.

Cinsel konularda fütursuz davranma, uyuşturucu madde kullanma, intihar girişimi, kendi bedenine zarar verme gibi davranışlar olabilir. Özellikle tedavisiz kalan vakalarda bu gibi yönlere sapma daha fazla görülür. Evde dissosiyatif durumu olan bir çocuk ya da gencin varlığı anababa ve tüm aile için de çok zor bir durumdur, bir çokanababanın evliliği bu nedenle sarsılır.

Dissosiyatif bozukluk olan durumlarda hemen her zaman 10 yaş öncesinden başlayarak çocukluk çağında olumsuz yaşam deneyimlerine rastlanır. Bunlar kimi zaman sıklıkla dövülme, aşırı derecede eleştiriye uğramış olma, cinsel taciz, ya da ihmale uğramış olma gibi bariz travmatik olaylardır. Ancak vakaların bir çoğunda ilk bakışta bu tür olaylar görülmese de (‘Görünürde Normal Aile’ ) anababa tutumlarında dissosiyatif bozukluk yaratan kimi özelliklere rastlanır. Görünürde travmatik yaşantılar olmasa da model (‘cici’) çocuk olma yönünde aşırı baskı ya da aşırı derecede şımartma gibi etkenler de benzeri olumsuz sonuçlar yaratabilmektedir.

Çocuğun küçük olduğu yaşlarda anne baba arasında sık olarak aşırı tartışmalar cereyan etmesi, anne ya da babanın çocukla ilişkilerinde farketmeden çift (çelişkili) mesaj kullanmaları, aile içi gizli cepheleşme, aile içinde sahte uyum gibi ilk bakışta dikkati çekmeyen fakat yakından tanımakla anlaşılan travmatik etkenler bulunur.

Dissosiyatif Aile

Bazı ailelerde küçük ya da büyük sırlar olur. Ailede yaşanan kimi olaylar görmezden gelinir. Kimi aile bireyleri,özellikle anababalar bazı olaylardaki sorumluluklarını algılamak istemezler,çünkü bu suçluluk duygusu yaratır. Buna karşılık kişilerin bazı gerçekleri kendilerinden bile saklamaları bazan ailede bir kişiyi günah keçisi haline getirir, o bir çok duyguyu diğerleri adına da yaşar.

Bu nedenle, dissosiyatif ailelerde çoğu zaman bir kişi (bazan evdeki çocuk ya da genç) ruhsal sorunlar yaşarken diğerleri normal görünürler. Psikiyatristin görevi böyle durumlarda tüm aileyi ele alarak bir kişilik hasta konumunu taşımak zorunda kalan bireyi sağlıklı duruma çekmektir. Bu yaklaşım genellikle hem o bireye hem de ailenin bütününe yararlı olur. Özellikle çocuk ve gençlik psikiyatrisinde bu tür durumlara daha sıklıkla rastlanır.
Kişinin başından geçen olayların yarattığı stres onun dayanabilme gücünü aştığında ruhsal travma yaşantısı ortaya çıkar. Dolayısı ile aynı olay değişik kişilerde travma etkisi yapabilir ya da yapmayabilir. Psikiyatride tüm ruhsal bozukluklar travma ile ilgili olanlar ve olmayanlar biçiminde ikiye ayrılabilir. Bilinen ruhsal bozukluklar içersinde bazıları büyük oranda travma etkisi ile oluşanlar bulunduğu gibi, ağırlıklı olarak bünyesel (biyolojik-genetik) etkenlerle oluşan bozukluklarda da travmanın ikinci dereceden de olsa bir rolü bulunabilir.

Ruhsal travma doğal afet, trafik kazası, hastalık, ölüm gibi nedenlerle olabileceği gibi insanın insana yaptığı kötülük nedeniyle de oluşabilir. Çocuklukta olan ve uzun süre devam eden travmalar, özellikle ailelerin çocuk yetiştirmede yol açtığı olumsuzluklar erişkinlikte de izleri görülen kronik ruhsal bozukluklara yol açabilir. Erişkinlikte yaşanan travmalar ise daha sınırlı bir etki yaratırlar, ancak kişinin daha önceki yaşam öyküsüne bağlı olarak kronikleşen reaksiyonları da başlatabilirler.

Ruhsal travma kişinin ruhsal dünyasında iç çelişkilere, sık duygusal oynamalara, birbirine karşıt düşünce biçimleri arasında gidip gelmeye, travma ile ilgili konuları zihinden uzaklaştırma çabalarına, kimi zaman da olayla ilgili konuları aşırı derecede düşünmeye, bu gibi duygulardan uzak kalma çabası içersinde duygularını ve yaşamını aşırı kısıtlamaya ve daraltmaya da götürebilir.

Ruhsal dünyamızdaki iç uyum ve harmoninin kaybına genel olarak sağlıksız dissosiyasyon adını vermekteyiz. Dissosiyasyon sözcük olarak ayrılma, bölünme, kopma, çözülme gibi anlamlar taşır. Psikolojik açıdan ise kişinin zihninde yer alan duygu,düşünce, anı ve benzeri içerikleri geçici olarak kompartımanlaştırması, bir kenara koyması anlamına gelen bir mekanizmadır. Bu mekanizma aşırı ölçüde olduğunda kişinin ruhsal bütünlüğü tehdit altına girer.

Uzm Dr Zeynep Pınar
http://www.zeyneppinar.com

Tükenmişlik Sendromu

Günümüzün stresli ve yoğun iş ortamlarında çalışan bireylerin bir çoğu, erken yaşlarda tükenmişlik sendromu problemiyle baş etmeye çalışmak durumunda kalıyor. American Psychological Assosiation (APA) ya da Türkçe adıyla Amerikan Psikoloji Derneği’ne göre tükenmişlik sendromu “Geniş bir zaman diliminde kişinin bitkin düşmesi, etrafındaki olaylara ve gelişmelere olan ilgisinin azalması ve bunlara bağlı olarak performans düşüklüğü yaşaması.” olarak tanımlanıyor.

Tükenmişlik Sendromu Evreleri

Şevk ve Coşku Evresi: Hastalığın bu evresinde yüksek umutluluk ve enerji çok yüksektir. Kişi, gerçekçi olmayan mesleki beklentiler içine girer. Mesleklerini her şeyin önünde tutarlar, uykusuzluğa, gergin çalışma ortamlarına, kendine ve yaşamın diğer yönlerine zamanını ve enerjisini ayıramayışına karşı ustun bir uyum sağlama çabasındadırlar.

Durağanlaşma Evresi: Bu evrede kişinin istek ve umutları azalmaya başlar. Mesleğini yaparken karşılaştığı zorluklardan daha önce rahatsız olmazken bunlar gözüne batmaya başlar. Kişi bu kez işinden başka bir şey yapmadığını düşünmeye başlar.

Engellenme Evresi: Bu evrede kişiler insanları, sistemi, olumsuz çalışma koşullarını değiştirmenin ne kadar zor olduğunu anlar. Engellenmişlik duygusu yaşayan kişi, üç yoldan birini seçmek zorunda kalır.

Bu yollar, adaptif savunma ve başa çıkma stratejilerini harekete geçirme, maladaptif savunmalar ve başa çıkma stratejileri ile tükenmişliği ilerletme, durumdan kendini çekme veya kaçınmadır.

Umursamazlık Evresi: Kişiler bu evrede duygusal kopmalar yaşar. Kendilerini kısırlaştırılmış gibi hisseder ve bir şey üretemezler. İş yaşamı kişi için doyum ve kendini gerçekleştirme alanı olmaktan çok uzak bir yer olarak ifade edilir.

A. Tükenmişlik Sendromunun duygusal belirtiler:Motivasyon eksikliği, kişisel güvende azalma, değersizlik hissi, aşırı şüphecilik, kaygı, huzursuzluk, kendini soyutlanmış hissetme, çabuk öfkelenme, tatminsizlik, konsantrasyon bozuklukları, çaresizlik, zihin karışıklığı ve düzensizlik, bilişsel becerilerde güçlükler yaşama.

B. Tükenmişlik Sendromunun davranışsal belirtiler: Ani tepkisellik ve eleştiriye aşırı duyarlılık, sinirlilik, sabırsızlık, kurallar konusunda katılık, alınganlık, işle ilgilenmek yerine başka şeylerle vakit geçirme, sürekli bir savunma ve suçlama hali, inkâr etme, rasyonelleştirme, çevre ile ilişkilerde bozulmalar.

C. Tükenmişlik Sendromunun bedensel belirtiler:Kronik yorgunluk, enerji kaybı, uyku bozuklukları, nefes darlığı, mide problemleri. Bu belirtiler tek başına düşünüldüğünde tükenmişlik dışında başka bazı sorunları da düşündürebilecek niteliktedir. Fakat örgüt ortamında ve özellikle yapılan iş ile paralel düşünüldüğünde bu belirtileri, bireyde yaşanan bir tükenmenin işaretleri olarak düşünmek tükenme ile baş etmede atılacak ilk adım olacaktır. Bundan sonraki adım tükenmenin kaynakları ve bireyde tükenmeyi artıran unsurları ele almaktır.

TÜKENMIŞLIK NEDENLERI

Vakaların çoğunda, tükenmişlik, işten kaynaklıdır. Eğer birey, çok çalışmış ama yeteri kadar değerinin bilinmediğini düşünüyorsa tükenmişlik riski altındadır. Çok çalışan ofis çalışanının yeteri kadar tatil alamadığını düşünmesinden, evdeki işlerle uğraşan ve 3 çocuğa bakan bir annenin yüksek sorumluluk taşıdığını düşünmesi gibi örnekler verilebilir.

Ancak tükenmişlik sadece stresli iş ortamı ya da bireyin üzerine yüklenen aşırı sorumluluklardan kaynaklanmaz. Bireyin yaşam tarzı ve belirli kişilik özellikleri de tükenmişliğin meydana gelmesinde etkili olabilir. Bireyin dünyaya bakışı da iş ya da evdeki talepleri kadar tükenmişliğe neden olan faktörlerdendir.

İş ile alakalı tükenmişlik nedenleri

Bireyin, yaptığı iş üzerinde az ya da hiç kontrolü olmadığı gibi hissetmesi,İyi iş sonrası tanınma ya da ödüllendirilme eksikliği hissetmesi,Belli olmayan ya da aşırı zahmetli iş beklentileri,İşi monoton ya da basit görerek yapmak,Yüksek baskılı ya da kaotik bir ortamda çalışmak gibi nedenler iş çevresinin neden olduğu tükenmişlik sebepleridir.

Yaşam tarzı ile alakalı tükenmişlik nedenleri

Rahatlama ve sosyalleşmeye yeterli zaman ayıramadan çok fazla çalışmak,Çok fazla insandan çok fazla şey beklentisi içinde olmak,Diğerlerinden yeterince yardım almadan çok fazla sorumluluk altına girmek,Yakın, destekleyici ilişkilerin olmayışı gibi nedenler ise, bireyin yaşam tarzından kaynaklı tükenmişlik sendromu sebepleridir.

Bireysel özelliklerle alakalı tükenmişlik nedenleri

Mükemmeliyetçi eğilimler, hiçbir şeyin yeterince iyi olamaması,Bireyin kendisi için ve dünya için kötümser bakış açısı,Kontrolün elinde olması isteği, başkalarına itaat edememe,Üstün başarılı birey olma, A kalite kişilik gibi nedenler de bireyin kendi özellikleri nedeniyle oluşan tükenmişlik nedenleridir.

Tükenmişlik Sendromunun tedavisi

İşle ilgili görevlerin miktarı ve yüklenmesi iş yerinde müdahalelerin yönlendirilmesiyle etkilenebilir. Tükenmişlik nedenleri ve sonuçları bireysel olarak değerlendirilir. Eğer tükenmişlik, depresyonun bir parçası olarak veya uyum sorununun bir parçası olarak açığa çıkarsa, tedavi ihtiyacı ve hastalık izni, bu tür rahatsızlıklarda genel olarak uygulanabilir şartlara göre tespit edilir. Tükenmişlik Sendromunun tedavisinde bir hastanın uyku ritminin normale dönmesi için genellikle birkaç gün ve geceye ihtiyaç vardır. Fonksiyonel kapasiteyi yıpratan ciddi yorgunluklarda, mesela bir de uyum sorunuyla birleşiyorsa 2-3 haftalık hastalık izinlerine gereksinim vardır.

Depresyonun ciddi halinde, sıklıkla daha da uzun süreli hastalık izinlerine gereksinim vardır çünkü semptomların ortadan kalkması için gereken süreden daha fazlasına fonksiyonel kapasitenin yeniden geri kazanımı için gereklidir. Hastalık izni tedavi ve takibin yerine geçmez. Hastayla düzenli randevular ayarlanmalıdır. Eğer hastanın tükenmişliğinde psikiyatrik veya somatik bir hastalık yoksa ve işten uzaklaşmaya ihtiyacı varsa, çözüm bir hastalık izni değildir fakat iş yükünün azaltılması veya görevler yeniden düzenlenmelidir. Bu tür düzenlemelerin bütün değişik tiplerinin sosyal güvenlik sistemi veya işveren tarafından da mümkün kılındığı da hesaba katılmalıdır.

Eğer iş yükü de açık bir şekilde mantıksızsa, işgücünü koruma sisteminin bu problemi çözmede merkezi bir rolü olmalıdır. Hastalıkların mevcut sınıflandırmasına göre, tükenmişlik bir semptom teşhisi olup, işverenle ilgili olarak bir telafiyi gerektirmez. Sağlık sigortası, çalışma kabiliyetinin kaybedilmesinde, bunun bir hastalığın sonucu olmasını gerektirmektedir. Eğer hasta tükenmişlik sebebiyle çalışamaz durumdaysa, hastanın durumu bir hastalık olarak düşünülebilir ve temel teşhis de bir çeşit zihinsel rahatsızlıktır (depresyon durumu, uyum sorunu, somatoform rahatsızlığı gibi). Tükenmişlik ek bir teşhis olarak kayıt altına alınabilir.

Tedavi bireysel olarak planlanır ve örneğin stres yönetimi, ilaç tedavisi veya psikoterapiyi de içerebilir. İyi uyumak önemlidir. Depresyon gibi zihinsel problemler aktif bir şekilde tedavi edilmelidir. Hastanın öznel deneyimini de dikkate almanın ve hastanın kendi yaşam koşullarına alışmasının da önemli olduğu unutulmamalıdır. Şayet 1-2 ay içerisinde dikkate değer bir iyileşme yoksa ve teşhis belirsiz olarak kalmışsa, hasta psikiyatrik değerlendirmeye yönlendirilmelidir. Eğer meslek sağlığı hizmet birimi belli bir işyerinde tükenmişliğin yaygın olduğuna inanırsa/düşünürse, bunun için içerisinde grup bazlı çözümlerin/müdahalelerin de olduğu bazı girişimler planlanabilir.

Psk Kübra Dinçtürk

Uzm Dr Zeynep PınarUzm Dr Zeynep Pınar
Kaynaklar:
1- Tükenmişlik Kavramı: Birey ve Örgütler Açısından Önemi. Yrd. Doç. Dr. Güler ARI, Araş. Gör. Dr. Emine BAL. Yönetim ve Ekonomi 15/1 (2008) 131-148
2- Ahola K, Honkonen T, Isometsä E, Kalimo R, Nykyri E, Aromaa A, Lönnqvist J. The relationship between job-related burnout and depressive disorders–results from the Finnish Health 2000 Study. J Affect Disord 2005 Sep;88(1):55-62.
Psikonet.com
Davranissal Bilimler (2008)

wwww.zeyneppinar.com http://www.zeyneppinar.com/tukenmislik-sendromu/

SOSYAL FOBİ

Sosyal fobi (yeni adı sosyal anksiyete bozukluğu olarak değiştirildi), bireyin başkaları tarafından yargılanabileceği kaygısını taşıdığı toplumsal ortamlarda mahçup ya da rezil olacağı konusunda güçlü ve inatcı korkunun olduğu bir kaygı bozukluğudur. Kişi korkusunun anlamsız olduğunu bilir. Belirtiler 6 aydan uzun sürmelidir. Hastalık kişinin olağan günlük işlerini ve toplumsal etkinliklerini, karşı cins ilişkilerini, okul ve iş başarısını aşağı çeker. Mevcut yetenek ve birikimini ortaya koyamaz.

Kişiler başkalarıyla etkileşimde bulunmalarını gerektiren ya da bir eylemi başkalarının yanında yerine getirebilmeleri gereken durumlarda anksiyete (çarpıntı, terleme, titreme, kızarma, ellerde titreme, sesinde titreme, baş dönmesi, diare, uyuşmalar vs.) belirtileri gösterirler ve de anksiyete belirtileri göstereceklerinden ötürüde beklenti anksiyetesi yaşarlar, bunlardan olabildiğince kaçmaya çalışırlar. Başkalarının kendileri ile ilgili olarak anksiyeteli, zayıf gibi yargılarda bulunacağını düşünürler. Ellerinin ya da seslerinin titrediğini farkına varacaklarıyla ilgili kaygılardan ötürü toplum önünde konuşmaktan korkabilirler ya da düzgün bir biçimde konuşamıyor gibi görünmekten korktukları için başkaları ile karşılaşmak istemezler. Diğer insanların ellerinin titrediğini görmesinden utanç duyacaklarından korktukları için başkalarının yanında yemekten, içmekten ya da yazı yazmaktan kaçınabilirler ve hatta ortak tuvaletleri kullanmak (utangaç mesane) onlar için çok zor veya imkansızdır.

Sosyal fobik çocuklar mantıksız korkularının olduğunun farkında olamazlar. Öfke belirtisi, içe kapanma, dona kalma şeklinde belirtiler verebilirler. Sadece yetişkinlerle ilişki kurmakta problemleri yoktur, aynı zamanda akranlarıylada ilişki kuramazlar, oyuna katılamazlar. Sosyal fobik çocuğun en iyi terapisi oyun, en iyi terapisti anne-baba ve öğretmenidir. Ama kültürümüzde hareketli çocuk dikkati çeker ve yardım alırken, sosyal fobik çocuklar ve dikkat eksikliği olan kızlar çok geç yardım alırlar. Çocuk ne kadar küçükse yardım o kadar kolay olacaktır.

Sosyal fobik bireyin ebeveyni, aşırı koruyucu, daha reddedici kişilerdir. Baskın insanlar başı dik yürüme ve rahatça göz teması kurma eğilimindedir. Sosyal fobikler, başı önde ve göz temasından kaçar. Sosyal fobik birey sonuçta bekar kalır, statüsünden aşağıda bir işte çalışır.

Liebowitz Sosyal Fobi Ölçeği’nde belirlenen sosyal durumlar şu şekildedir.

  • Toplum içinde veya yalnızken de telefonla görüşme
  • Küçük bir grup etkinliğinde yer alma
  • Toplum içinde yemek yeme
  • Toplum içinde bir şeyler içme
  • Otorite ile konuşma
  • Dinleyiciler önünde konuşma, rol yapma
  • Partiye/ eğlenceye gitme
  • Başkaları tarafından izlenirken çalışma
  • Başkaları tarafından izlenirken yazma
  • Çok iyi tanımadığı biriyle telefonda görüşme
  • Çok iyi tanımadığı biriyle yüz yüze konuşma
  • Yabancılarla karşılaşma
  • Genel tuvaletleri kullanma
  • Birilerinin oturduğu odaya girme
  • İlgi odağı olma
  • Bir toplantıda hazırsızlık konuşma yapma
  • Yetenek, yeti veya bilgi testine tabi tutulma
  • İyi tanımadığı birine onaylamadığını veya aynı düşüncede olmadığını ifade etme
  • Çok iyi tanımadığı birinin gözlerinin içine bakma
  • Önceden hazırlanmış bir raporu bir gruba sözel olarak sunma
  • Romantik veya cinsel ilişki amacıyla biriyle tanışmaya çalışma
  • Alınan bir malı parasını geri almak üzere  iade etme
  • Parti / davet verme
  • Israrlı bir satıcıya karşı koyma

Toplumda görülme oranı %3-13 arasında değişmektedir. Tüm dünyada depresyon, alkol ve madde kullanım bozukluğundan sonra sosyal fobi 3 sırada görülen kaygı bozukluğudur.

Sosyal fobiye; anksiyete, duygu durum bozukluğu, madde kullanım bozukluğu, bulmia nervoza eş tanı olarak görülür.

Tedavisi

          Kişiye (utanacak ne var) demek yetmez, profesyonel yardım gereklidir. Tedavide ilaç ve psikoterapi (bilişsel davranışçı psikoterapi) uygulanır.

 

Uzm Dr Zeynep Pınar

Psikolog Kübra Dinçtürk

Yaşamın Etkili Krizi Ergenlik Dönemi

Psikiyatrist Dr. Zeynep Pınar, ergen çocuğun isyan etmesi doğal olduğunu bu durumun çocuğun kendini ispat etmek için yapılan bir davranış olduğunu ve ailenin iyi rol model olması gerektiğini açıkladı

Doktordayız.comErgenlik 12-18 yaş arasında tanımlanan bir dönem. Fakat ergenlik dönemi bazı kişilerde 24 yaşına kadar da uzayabiliyor. Tabii dikkat eksikliği ve hiperaktivitesi olan bir kişide de ergenlik hiç bitmeyebilir. Ergenliği bir yaşam krizi olarak tanımlayan ve bu dönemin kişinin kendine yatırım yaptığı bir dönem olduğunu söyleyen Dr. Zeynep Pınar, “Ergenlik, bedenen, ruhen gelişmedir ve en kıymetli zaman dilimidir. Bu dönemin iyi yönetilmesi için anne ve babaya doğru rehberlik adına çok iş düşüyor. Ergen;sbedenen hızla gelişen,  bu gelişmeye uyum sağlamak için didinen ve bazen ellini kolunu nereye koyacağını bilemeyen gerçek anlamda bir acemidir. Çevre bazen ‘sen artık koca adam oldun’ der bazen de ‘sen daha çocuksun’ der. Ergen kendini nerede konumlandıracağını bilemez ve sonunda kendisiyle baş edemeyen, kendi kimliğini ortaya koymaya çalışan birey haline dönüşür” şeklinde konuştu.

ÖZEL ALANA MÜDAHALE YANLIŞ

Ailelerin en büyük yanlışının; ergenin kişisel alanına çok fazla müdahale etmesi olduğunu belirten Dr. Pınar, “İnsan kaç yaşında olursa olsun kişisel bir alana sahiptir. Eşiniz de olsa çocuğunuz da olsa bu alana çok fazla girmek doğru değildir. İlişkiler; soğuk havalarda üşüyen ve birbirine sokularak ısınmaya çalışan kirpiler gibi olmalı. İlişkiler birbirimizi delmeyecek kadar uzak, ısıtacak kadar da yakın olmalı. Çocuğumu koruyorum diye en büyük zararı ona verebiliriz. Unutmamak gerekir ki çocuk deneyimleyerek öğrenir, görerek öğrenir. Çocuklar anne ve babalarının söyledikleri değil yaptıklarını yaparlar. Düzenli çalışan, yaşamın değerini bilen, spor yapan, kitap okuyan, insanlara saygı ve sevgi duyan anne babanın çocuğu da bunları görerek öğrenecek ve uygulayacaktır. Bu yüzden aile kendini eğitmeli, değiştirmeli, davranışlarına dikkat etmelidir” ifadelerini kullandı.

AİLE İYİ ROL MODEL OLMALI

Ergen gencin isyan etmesinin doğal kabul edilmesi, bu isyanın anne babaya karşı değil çocuğun kendini ispat etmesine yönelik bir davranış olduğunu açıklayan Dr. Pınar, ailenin çocuğu çok iyi bir rol model olması gerektiğinin önemini vurguladı. Dr. Pınar, “Ergen çocuk yetiştiren aile onun psikolojisi ile ilgili kitaplar okumalı. Çocukla iyi vakit geçirilmeli, özellikle babalara çok iş düşüyor, ellerinden kumandayı bırakıp çocukları ile zaman geçirmeleri gerekiyor. Çünkü tek başına annenin eğitimi yeterli değildir. Aile yeni bir yaşamın mimarıdır. Gencin zararsız başkaldırıları hoşgörüyle karşılanmalı. Özellikle saçıyla, kıyafetiyle, sözleriyle ilgili değişik uslüplarına dokunmamalıyız. Zorla kestirdiğiniz saçı sebebiyle çok büyük travmaya uğrayıp, sıkıntısını sigarayla ya da başka bir maddeyle gidermeye çalışabilir ki bu sağlıksız alışkanlıklar kazanmasına yol açar. Halbuki saçlarına bir müddet sonra siz istesenizde istemesenizde kestirecektir. Gencin nasıl göründüğüyle değil nasıl alışkanlıklar edindiğiyle uğraşmalıyız” dedi.

UZMANDAN DESTEK ALINMALI

Uzm. Dr. Zeynep Pınar, kötü iletişimin öfke doğuracağının unutulmaması gerektiğini ve aile içinde çocuğun da fikrinin alınarak bu geçiş döneminin sakin atlatılabileceğini söyledi. Dr. Pınar, “Çocuğun bu dönemde psikiyatri uzmanından destek alması faydalıdır. Bir uzmandan destek alınması çocuğun güvenini zedelemez. Yüzme öğrenmek için yüzme hocasına, dans etmeyi öğrenmek için dans hocasına gidiliyorsa yaşam krizini doğru bir şekilde atlatmak için de bir psikiyatriste gitmek gerekir” açıklamasını yaptı.

 

 

WordPress.com'da Blog Oluşturun.

Yukarı ↑