Ara

Ay

Ağustos 2016

AĞLAMAYIN!

“Sıkılıyorum sıkılıyorum” diyen gençler karşısında çaresiz kalan ana-babalar “sıkı can iyidir çıkmaz” derler. Çok fazla ağlayanlara da eskiden, “ağlayanın gözü kara olur” derlerdi. Yaşadığımız yüzyıl, psikiyatrik hastalıkların ortaya çıkışına ve kötü gidişine ortam hazırlayan kültürel bir yapılanmaya sahiptir. Kalabalık içinde yalnız insanlar, para  pul içinde mutsuz insanlar, varlık içinde aç insanlar, moda diye yırtık giysili insanlar… Yaşamdan örnek: 27 yaşında üç yıllık evli bir öğretmen hanım, kaygı bozukluğu var. Anlattıkları: “7-8 yaşındaydım, annem sutyenini yerleştirdi, ellerini sırtına döndürüp kopçaları taktı. ‘Ben büyüyünce bunu nasıl yapacağım, ben yapamam’ diye günlerce kaygılandım. Sonra babam araba ile tanımadığım bir mahalledeki bir akrabaya götürdü bizi, ‘ben bu yolları bilmiyorum, araba sürsem kaybolurum’ diye düşündüm. Kendimi bildim bileli tasalanmaya meylim var” Sonuçta kaygıyı, sıkıntıyı, endişeyi, tasayı tanımayan insan yoktur. Bir kısım insanlar “kaygılanmazsam, gevşek durursam işlerim ters gider, devamlı uyanık ve dikkatli olmalıyım” otomatik inancına sahiplerdir. Sakin insanların konsantrasyonlarının daha yüksek olacağını ve çözüm üretebileceklerini bilemezler. İkinci kısım insanlar ise kaygının vücutta oluşturduğu fizyolojik semptomların (çarpıntı, terleme, titreme, baş dönmesi, ağız kuruluğu, kızarma, ellerde titreme, dalgınlık, konsantrasyon bozukluğu) doğal ve geçici olduğunu kabul etmeyip, hastalık belirtisi olarak olumsuz değerlendirirler, vücutlarında rahatlamayı sağlayan parasempatik sinir sisteminin devreye girmesine istemeden de olsa izin vermezler ve kendilerince çözüm yolu olan kaçınma davranışları bularak evlerine ve içlerine çekilirler. Yani diyeceğim o ki; eski bilge insanlar, yarı şaka ile, gençlere hayatın içinde ağlamanın ve sıkıntılanmanın, yağmur öncesi kara bulutlu hava kadar “normal” olduğunu, çok önemsemenin ve “niye ağlıyorum” deyip daha çok ağlamanın gereksizliğini belirtmişler. Bazı duygu durumu dışa dönük ailelerde biri küçücük bir olaya ağlar, öteki de “o ağlıyor” diye ağlar. Evin içinde stres ve kaygı, elektrik gibi birinden ötekine gezinir durur. Birinin serinkanlı olup bu kısırdöngüyü kırması gereklidir. www.zeyneppinar.com  0212 215 6262 Uzm Zeynep Pınar

*AĞLAYANIN GÖZÜ KARA OLUR DERLER.. “Sıkılıyorum sıkılıyorum” diyen gençler karşısında çaresiz kalan ana-babalar “sıkı can iyidir çıkmaz” derler. Çok fazla ağlayanlara da eskiden, “ağlayanın gözü kara olur” derlerdi. Yaşadığımız yüzyıl, psikiyatrik hastalıkların ortaya çıkışına ve kötü gidişine ortam hazırlayan kültürel bir yapılanmaya sahiptir. Kalabalık içinde yalnız insanlar, para pul içinde mutsuz insanlar, varlık içinde aç insanlar, moda diye yırtık giysili insanlar… Yaşamdan örnek: 27 yaşında üç yıllık evli bir öğretmen hanım, kaygı bozukluğu var. Anlattıkları: “7-8 yaşındaydım, annem sutyenini yerleştirdi, ellerini sırtına döndürüp kopçaları taktı. ‘Ben büyüyünce bunu nasıl yapacağım, ben yapamam’ diye günlerce kaygılandım. Sonra babam araba ile tanımadığım bir mahalledeki bir akrabaya götürdü bizi, ‘ben bu yolları bilmiyorum, araba sürsem kaybolurum’ diye düşündüm. Kendimi bildim bileli tasalanmaya meylim var” Sonuçta kaygıyı, sıkıntıyı, endişeyi, tasayı tanımayan insan yoktur. Bir kısım insanlar “kaygılanmazsam, gevşek durursam işlerim ters gider, devamlı uyanık ve dikkatli olmalıyım” otomatik inancına sahiplerdir. Sakin insanların konsantrasyonlarının daha yüksek olacağını ve çözüm üretebileceklerini bilemezler. İkinci kısım insanlar ise kaygının vücutta oluşturduğu fizyolojik semptomların (çarpıntı, terleme, titreme, baş dönmesi, ağız kuruluğu, kızarma, ellerde titreme, dalgınlık, konsantrasyon bozukluğu) doğal ve geçici olduğunu kabul etmeyip, hastalık belirtisi olarak olumsuz değerlendirirler, vücutlarında rahatlamayı sağlayan parasempatik sinir sisteminin devreye girmesine istemeden de olsa izin vermezler ve kendilerince çözüm yolu olan kaçınma davranışları bularak evlerine ve içlerine çekilirler. Yani diyeceğim o ki; eski bilge insanlar, yarı şaka ile, gençlere hayatın içinde ağlamanın ve sıkıntılanmanın, yağmur öncesi kara bulutlu hava kadar “normal” olduğunu, çok önemsemenin ve “niye ağlıyorum” deyip daha çok ağlamanın gereksizliğini belirtmişler. Bazı duygu durumu dışa dönük ailelerde biri küçücük bir olaya ağlar, öteki de “o ağlıyor” diye ağlar. Evin içinde stres ve kaygı, elektrik gibi birinden ötekine gezinir durur. Birinin serinkanlı olup bu kısırdöngüyü kırması gereklidir. www.zeyneppinar.com 0212 215 6262 Uzm Zeynep Pınar

TRAVMA VE TRAVMA SONRASI STRES BOZUKLUĞUTATİL BİLİMSEL ONAYLI REÇETE

WordPress.com'da ücretsiz bir web sitesi ya da blog oluşturun.

Yukarı ↑