Ara

Etiket

insan psikolojisi

ERKEKTE CİNSEL YAŞAM VE CİNSEL İŞLEV BOZUKLUKLARI

http://www.zeyneppinar.com/erkekte-cinsel-yasam-ve-cinsel-islev-bozukluklari/ ‘dan alıntıdır.

Cinsel sorunlar cinsel aktivite aşamalarından herhangi birinde görülebilir.

Cinsel birleşmeyi acı verici ya da rahatsız edici buluyorsanız, partneriniz sabırlı ve sevgi dolu olduğu halde cinsel olarak uyarılmıyorsanız ya da orgazm olamıyorsanız, bir cinsel işlev bozukluğunuz olabilir.

 Cinsel bozukluklar kişinin ilk cinsel ilişkisinden itibaren ortaya çıkabileceği gibi, cinsel yaşamında bir sorun yokken sonradan da ortaya çıkabilir.

Cinsel işlev bozukluğu her iki cinsiyete de az rastlanır bir durum değildir. Profesyonel yardım almaktan utanmayın ve sıkılmayın.

Araştırmalar erkeklerin yaklaşık %40’ının yaşamları boyunca en az bir cinsel işlev bozukluğu yaşadığını göstermektedir.

1-      Azalmış Cinsel İstek Bozukluğu

2-      Cinsel Tiksinti Bozukluğu

3-      Sertleşme Bozukluğu

4-      Erken Boşalma

5-      Geç Boşalma

6-      Ağrılı Boşalma

Azalmış Cinsel İstek Bozukluğu

Sürekli olarak kişinin cinsel fantezilerinin ve cinsel etkinlikte bulunma isteğinin azalmış olması ya da hiç olmamasıdır.

Cinsel istek azlığı erkeklerin %20’sinde görülmektedir.

Cinsel Tiksinti Bozukluğu

Kişinin cinsel ilişki kurmaktan tiksinti duyması ya da kaçınması olarak kendini gösterir.

Sertleşme Bozukluğu

Sürekli olarak ya da yineleyici biçimde yeterli sertleşme sağlayamama ya da cinsel ilişki bitene kadar sertleşmeyi sürdürememektir. Farklı derecelerde ve biçimlerde olabilir.

Erkeklerin %10-20’sinde görülebilmektedir ve bu oran 60 yaşın üzerinde artış göstermektedir.

Erken Boşalma Sürekli olarak cinsel birleşme öncesinde ya da birleşmeden hemen sonra ve kişinin kendi istediği süreden daha önce boşalmanın gerçekleşmesidir. Erken Boşalma tanısının konmasında önemli olan faktör boşalma süresi değil, kişinin kendi isteği ve kontrolü dışında boşalmanın gerçekleşiyor olmasıdır.

Görülme sıklığı %20 – 30 arasındadır.

 Geç Boşalma

Boşalmanın hiç olmaması, kısmen olması ya da boşalmanın oluşması için oldukça uzun süren bir uyarılmaya ihtiyaç duyulması şeklinde görülebilir.

Görülme sıklığı %5’in altındadır.

Ağrılı Boşalma

Cinsel organlarda, cinsel ilişki sırasında yineleyici biçimde ya da sürekli olarak ağrı olmasıdır.

ERKEKLERDE CİNSEL İŞLEV BOZUKLUKLARININ NEDENLERİ NELERDİR?

 Cinsel sorunların nedenleri biyolojik ya da psikolojik olabilir.

Biyolojik Nedenler:

1-      Bazı bedensel hastalıklar cinsel işlevleri olumsuz yönde etkileyebilmektedir.

2-      Bazı ilaçların sürekli kullanımı cinsel işlevleri olumsuz yönde etkileyebilmektedir.

Psikolojik Nedenler:

 1-      Yetersiz, yanlış cinsel bilgiler

2-      Yetiştirilme koşulları

3-      Gerçekdışı beklentiler

4-      Katı dini ve ahlaki inançlar

5-      Cinsel travmalar

6-      Evlilik çatışmaları

7-      Yakınlık sorunları

8-      Stres ve üzüntülü yaşam olayları

9-      Performans anksiyetesi

10-  Tecrübesizlik

11-  Kısıtlı önsevişme

12-  Psikiyatrik rahatsızlıklar

13-  Eşte cinsel işlev bozukluğunun olması

CİNSEL SORUNLARIN TEDAVİSİ

 Cinsel İşlev Bozukluklarının tedavisinde değerlendirme ve sorunun nedenlerinin net bir şekilde ortaya konması birincil önemdedir. Standart bir tedavi uygulamasından ziyade, her kişinin ve çiftin özgül özelliklerinin tanınıp derinlemesine anlaşılması ve nedenlere yönelik çözümlerin ortaya konması gerekmektedir. Biz cinsel tedavi yöntemlerinden yararlanarak çok yönlü bir yaklaşım içinde genel psikopatoloj ilkelerini cinsel alanda kullanmaktayız. Hastanın değerlendirilmesine göre sıklıkla cinsel sorun grup terapileri, bireysel, çift ve evlilik terapileri uygulanmaktadır.

Unutulmamalıdır ki çiftler arasındaki sevgi ilişkisinin varlığı tedaviye şans veren en önemli özelliktir.

 Tedavi sürecinde cinselliğe ilişkin yanlış bilgilenme ve inanışların düzeltilmesi, çiftin cinsel iletişimlerinin arttırılması ve soruna yol açan temel etkenlerin bulunup kaldırılması ya da çözümlenmesi hedeflenmektedir.

CİNSELLİĞİN TAM GELİŞİMİ BİREYSEL, KİŞİLERARASI VE TOPLUMSAL MUTLULUK İÇİN TEMEL GEREKLERDEN BİRİDİR.

Uzm Dr Zeynep Pınar

http://www.zeyneppinar.com

Disosyatif Bozukluk Nedir

Disosiyatif Bozukluk

http://www.zeyneppinar.com/disosiyatif-bozukluk-nedir/ ‘dan alıntıdır.
Disosiyatif Bozukluk ülkemizde sık görülen bir ruhsal rahatsızlıktır. Disosiyatifin kelime anlamı çözülmedir. Disosiyatif Bozukluk çeşitli ruhsal sıkıntılar veya travmatik (üzücü, korkutucu, utandırıcı, öfke uyandırıcı) olaylarla bireyde bilinç- bellek ve kimlik sorunlarının (saçma sapan veya farklı biriymiş gibi konuşma, konuşamama, bayılma, unutkanlık, kim olduğunu bilememe vb) ortaya çıkması anlamına gelir.

Disosiyatif Bozukluk nedir?

Belirtileri nelerdir?

Disosiyatif Bozukluk neden olur?

Ne gibi sonuçları olur?

Tedavi nasıl yapılır?

Disosiyatif Bozukluk nedir?

Bu hastalarda yapılan bütün tetkik ve incelemelere rağmen bu belirtilere neden olabilecek bir beyin rahatsızlığı bulunamaz. Çocukluk döneminde kötü davranılma-travma öyküsü ile disosiyatif belirtiler arasında belirgin bir ilişki bulunmaktadır. Psikiyatri hasta grubunda yaklaşık % 5- 10 oranında görülür. Psikiyatrik sınıflama sistemi DSM IV’de 4 tipi tanımlanmıştır: Disosiyatif unutkanlık, disosiyatif kimlik bozukluğu, disosiyatif füg, depersonalizasyon bozukluğu. Ayrıca ICD 10 tanı sisteminde ise buna ek olarak disosiyatif bayılmalar ve kendinden geçme de yer almaktadır.

Belirtileri nelerdir?

En sık görülen ve doktora başvuruya neden olan belirti bayılmalardır. Bayılmalar, sara benzeri nöbet geçirme, çırpınma, kasılma gibi belirtiler şeklinde olabilir. Bu tür belirtiler genelde diğer insanlarla birlikteyken ortaya çıkar; hasta yere yavaş düşer yaralanma görülmez. Etrafta konuşulanları duyabilir ancak cevap veremez ve bayılma genelde uzun sürelidir. Bazı hastalar bu bayılma sonrası yüksek sesle ağlayarak kendine gelir. Kendine gelirken saldırgan davranışlarda bulunma saçını, yüzünü yolma gibi taşkınlık belirtileri görülebilir. Bu nöbetlere konversiyon tipi bayılma veya pseudo epileptik nöbet de denir Kişi eğer bu bayılma ve sonrasında olanları ve yaptıklarını hatırlamıyorsa bu aynı zamanda disosiyatif (kendinden geçme) nöbet olarak da adlandırılabilir.

Bayılma kadar sık başvuruya yol açmamakla birlikte Disosiyatif Bozuklukta görülebilen diğer belirti tipleri arasında kişinin travmatik bir olaydan sonra belli bir dönemi veya önemli kişisel bilgilerini ve kim olduğunu ani olarak hatırlayamaması (disosiyatif amnezi), disosiyatif amneziyle beraber kişinin kendisini farklı bir kişi olarak yaşantıladığı kişiliklere sahip olması (disosiyatif kimlik bozukluğu veya çoğul kişilik), bireyin farklı bir yerde farklı bir kimlikle belli bir süre yaşayıp eski kimliğini ve bilgilerini hatırlamaması (disosiyatif füg-kaçma)

Disosiyatif Bozukluk neden olur?

Disosiyatif bozuklukların kökeninde hemen daima çocukluk çağında yaşanmış kötü olaylar vardır. Çocuk kendisinden çok daha güçlü olan ebeveynleri veya büyük kişilerin kötü muameleleri ve olumsuz olaylar karşısında çok güçsüz ve çaresizdir, bu olaylarla baş edebilmek için tek yöntem disosiasyon yani zihinsel olarak durum. ortam ve kendisinden uzaklaşma ve kopmadır. Çocuklukta bu yöntemi öğrenen bireyler yetişkinlik dönemlerinde de bu tarzı sürdürür. Disosiyatif Bozukluk çeşitli ruhsal zorlanmalar karşısında bazı bireylerin tepki verme biçimidir, yani kişinin başa çıkamadığı travmalar (fiziksel bütünlüğe tehdit, dayak, işkence, şiddete maruz kalma, veya böyle bir duruma şahit olma, cinsel saldırı ve istismar, doğal afet ve felaketler, kişilerarası ilişkilerde kavga tartışma vb) ve diğer sorunlar (aile içi tartışma, ailevi sorunlar, kendisine yakıştıramadığı bir olaydan dolayı kendisini suçlama veya başkaları tarafından suçlanma, aşırı korku, endişe, pişmanlık) olduğunda bu duruma verdiği tepki biçimidir.

Disosiyatif bayılma veya kendinden geçme kişinin olumsuz yoğun duygulardan geçici olarak uzaklaşmasını sağlayan bir korunma düzeneğidir. Bu tür bayılmalar elektrikli cihazları yüksek voltajdan koruma işlevi gören sigortanın yüksek voltaj geldiğinde atarak elektriği kesip sistemi kapatmasına benzer. Birey bilinçli bir haldeyken kaldıramayacağı yoğun olumsuz duygulara (öfke, üzüntü, utanç, korku vb) maruz kaldığında “sigorta atarak” kişi bilincini kaybetmekte ve bu yoğun ruhsal acıdan geçici olarak kurtulmaktadır. Disosiyatif bozukluk sakin, kibar, insanları üzmek istemeyen ve onlara hayır diyemeyen insanlarda sık görülür. Buna dayalı olarak disosiyatif bozukluk olan ve çevresi ile sözel iletişim kuramayan ve sıkıntılarını paylaşamayan insanların bu sıkıntılarını bilinç değişikliği ile bir anlamda dile getirdikleri düşünülmektedir. Belirtiler her tür ruhsal baskı yaratan olaya bağlı çıkabilir (yas, ölüm, tartışma, ekonomik güçlük, ailevi sorunlar). Disosiyatif belirtileri ruhsal olarak iki yarar sağlar: İlk olarak kişi kendisinde sorun yaratan ruhsal sıkıntıdan kurtulur, ayrıca dolaylı olarak rahatsızlığı nedeniyle çevresinin tutumu daha destekleyici hale gelip kendisine anlayış gösterilebilir, kişi söyleyemediği bazı şeyleri bu durumda iken ifade edebilir. Bazı durumlarda ortaya çıkan belirtilerin kişinin yaşadıklarıyla bağlantısı olabilir örneğin görmemesi gereken bir olaya tanık olan bir kişide bu olayı hatırlamama ortaya çıkabilir.

Ne gibi sonuçları olur?

Bu belirtiler nedeni ile hastanın bazı sorunları azalabilse de iş ve aile hayatlarında sorunlar ortaya çıkar verimleri azalabilir. Aniden başlayan, geçici olarak yaşanan zor bir durum sonrası ortaya çıkmışsa, kişide başka psikiyatrik hastalık veya bedensel hastalık yok ise sonuç genelde iyidir. Ek rahatsızlığı olmayan veya geçici zorlanmalar nedeniyle disosiyatif ortaya çıkan hastalarda eğer sorun ortadan kalkmışsa belirtiler zamanla kendiliğinden kaybolur. Bu rahatsızlığı olan kişiler telkine yatkın oldukları için bir takım halk doktorları veya tıp dışı yöntemlerle hemen iyileştiği söylenen rahatsızlıkların çoğunluğunu disosiyatif bozukluk oluşturur. Bu hastalar telkine yatkın olduklarından hipnoz veya diğer tıp dışı telkin yöntemlerine iyi cevap verip belirtileri aniden geçebilirse de bu çok kalıcı olmaz, bir süre sonra yaşadıkları sıkıntılarla tekrar belirtiler ortaya çıkar. Uzun yıllardır süren, olumsuz yaşam koşulları ve zor olayların süreklilik gösterdiği kişilerde tedaviye rağmen belirtiler devam edebilir.

Tedavi nasıl yapılır?

Fiziksel ve ruhsal olarak iyice incelenen ve nörolojik bir hastalık saptanmayan hastalarda psikiyatrik muayene ile disosiyatif bozukluk tanısı konulduktan sonra tedavi başlanır. Kişide beyinle ilişkili yapısal bir hastalık bulunmadığından tedavisi acil değildir ve psikiyatrik tedavilerinin de acil servis koşullarında yapılması olanaksızdır. Bu hastaların psikiyatri hekimine psikiyatrik muayeneye uygun oldukları zaman yani konuşarak kendilerini anlatabildikleri dönemde tedaviye getirilmeleri uygundur.

Aile ve yakın çevrenin bu kişilerle sadece disosiyatif belirtileri varken ilgilenmesi (yani sadece bayılınca, saçma sapan konuşunca, dili tutulunca vb) sorunun sürmesine yol açar. Bu nedenle ailenin bu kişiye uygun ve destekleyici bir yaklaşımı genel olarak göstermesi disosiyatif belirtileri varken özel bir tutum değişikliği göstermemesi yararlı olur.

Tedavide ailenin doktorla işbirliği içinde olmasının tedavinin başarısı açısından büyük önemi vardır. Bazı kişilerde ek bir başka ruhsal rahatsızlıklar olabilir o zaman bunun tedavisi yapılmalıdır. Üzücü veya sıkıntı verici bir olay sonrası bayılan ve bunun psikolojik kökenli bayılma olduğu doktorlar tarafından onaylanan kişiler aile ortamında bayıldığında onu sakin bir odaya alıp yalnız bırakmak hastaya daha iyi gelecektir. Bu tür hastalara soğan koklatma, soğuk duşa sokma, kolonya ile el ve yüzü ovulması, çevredeki herkesin başına toplanması gibi işlemler uygulamak yardımcı olmak yerine stresini daha da artırmaktan başka işe yaramaz. Kronik ve zor olgularda tedavide iki nokta üzerinde durulur birincisi hastada zorlanma yaratan sorunların çözümü ve ikinci olarak da sorunlar karşısında disosiyatif tepkisi yerine daha olgun tepkiler geliştirmenin sağlanması. Bu bazen yıllarca sürecek ve kişilikte kısmi değişikliği hedefleyen psikoterapilerle olanaklıdır.

Gençlerde ve çocuklarda dissosiyasyon

Dissosiyatif bozukluklara gençler arasında çok rastlanır. Çocuklarda da görülür. Çocuk yaşta tedavisi daha kolaydır. Özellikle öfke patlamaları, evde ya da arkadaşları arasında şiddet kullanma, bazı söz ya da davranışlarını hatırlamama ve bu nedenle yalan söylüyor gibi görünme, ders başarısında nedeni anlaşılamayan dalgalanmalar olması, kimi zaman keyfi yerinde görünürken zaman zaman öfkeli, üzgün ruh hallerine kapılma en sık görülen belirtiler arasındadır.

Cinsel konularda fütursuz davranma, uyuşturucu madde kullanma, intihar girişimi, kendi bedenine zarar verme gibi davranışlar olabilir. Özellikle tedavisiz kalan vakalarda bu gibi yönlere sapma daha fazla görülür. Evde dissosiyatif durumu olan bir çocuk ya da gencin varlığı anababa ve tüm aile için de çok zor bir durumdur, bir çokanababanın evliliği bu nedenle sarsılır.

Dissosiyatif bozukluk olan durumlarda hemen her zaman 10 yaş öncesinden başlayarak çocukluk çağında olumsuz yaşam deneyimlerine rastlanır. Bunlar kimi zaman sıklıkla dövülme, aşırı derecede eleştiriye uğramış olma, cinsel taciz, ya da ihmale uğramış olma gibi bariz travmatik olaylardır. Ancak vakaların bir çoğunda ilk bakışta bu tür olaylar görülmese de (‘Görünürde Normal Aile’ ) anababa tutumlarında dissosiyatif bozukluk yaratan kimi özelliklere rastlanır. Görünürde travmatik yaşantılar olmasa da model (‘cici’) çocuk olma yönünde aşırı baskı ya da aşırı derecede şımartma gibi etkenler de benzeri olumsuz sonuçlar yaratabilmektedir.

Çocuğun küçük olduğu yaşlarda anne baba arasında sık olarak aşırı tartışmalar cereyan etmesi, anne ya da babanın çocukla ilişkilerinde farketmeden çift (çelişkili) mesaj kullanmaları, aile içi gizli cepheleşme, aile içinde sahte uyum gibi ilk bakışta dikkati çekmeyen fakat yakından tanımakla anlaşılan travmatik etkenler bulunur.

Dissosiyatif Aile

Bazı ailelerde küçük ya da büyük sırlar olur. Ailede yaşanan kimi olaylar görmezden gelinir. Kimi aile bireyleri,özellikle anababalar bazı olaylardaki sorumluluklarını algılamak istemezler,çünkü bu suçluluk duygusu yaratır. Buna karşılık kişilerin bazı gerçekleri kendilerinden bile saklamaları bazan ailede bir kişiyi günah keçisi haline getirir, o bir çok duyguyu diğerleri adına da yaşar.

Bu nedenle, dissosiyatif ailelerde çoğu zaman bir kişi (bazan evdeki çocuk ya da genç) ruhsal sorunlar yaşarken diğerleri normal görünürler. Psikiyatristin görevi böyle durumlarda tüm aileyi ele alarak bir kişilik hasta konumunu taşımak zorunda kalan bireyi sağlıklı duruma çekmektir. Bu yaklaşım genellikle hem o bireye hem de ailenin bütününe yararlı olur. Özellikle çocuk ve gençlik psikiyatrisinde bu tür durumlara daha sıklıkla rastlanır.
Kişinin başından geçen olayların yarattığı stres onun dayanabilme gücünü aştığında ruhsal travma yaşantısı ortaya çıkar. Dolayısı ile aynı olay değişik kişilerde travma etkisi yapabilir ya da yapmayabilir. Psikiyatride tüm ruhsal bozukluklar travma ile ilgili olanlar ve olmayanlar biçiminde ikiye ayrılabilir. Bilinen ruhsal bozukluklar içersinde bazıları büyük oranda travma etkisi ile oluşanlar bulunduğu gibi, ağırlıklı olarak bünyesel (biyolojik-genetik) etkenlerle oluşan bozukluklarda da travmanın ikinci dereceden de olsa bir rolü bulunabilir.

Ruhsal travma doğal afet, trafik kazası, hastalık, ölüm gibi nedenlerle olabileceği gibi insanın insana yaptığı kötülük nedeniyle de oluşabilir. Çocuklukta olan ve uzun süre devam eden travmalar, özellikle ailelerin çocuk yetiştirmede yol açtığı olumsuzluklar erişkinlikte de izleri görülen kronik ruhsal bozukluklara yol açabilir. Erişkinlikte yaşanan travmalar ise daha sınırlı bir etki yaratırlar, ancak kişinin daha önceki yaşam öyküsüne bağlı olarak kronikleşen reaksiyonları da başlatabilirler.

Ruhsal travma kişinin ruhsal dünyasında iç çelişkilere, sık duygusal oynamalara, birbirine karşıt düşünce biçimleri arasında gidip gelmeye, travma ile ilgili konuları zihinden uzaklaştırma çabalarına, kimi zaman da olayla ilgili konuları aşırı derecede düşünmeye, bu gibi duygulardan uzak kalma çabası içersinde duygularını ve yaşamını aşırı kısıtlamaya ve daraltmaya da götürebilir.

Ruhsal dünyamızdaki iç uyum ve harmoninin kaybına genel olarak sağlıksız dissosiyasyon adını vermekteyiz. Dissosiyasyon sözcük olarak ayrılma, bölünme, kopma, çözülme gibi anlamlar taşır. Psikolojik açıdan ise kişinin zihninde yer alan duygu,düşünce, anı ve benzeri içerikleri geçici olarak kompartımanlaştırması, bir kenara koyması anlamına gelen bir mekanizmadır. Bu mekanizma aşırı ölçüde olduğunda kişinin ruhsal bütünlüğü tehdit altına girer.

Uzm Dr Zeynep Pınar
http://www.zeyneppinar.com

SOSYAL FOBİ

Sosyal fobi (yeni adı sosyal anksiyete bozukluğu olarak değiştirildi), bireyin başkaları tarafından yargılanabileceği kaygısını taşıdığı toplumsal ortamlarda mahçup ya da rezil olacağı konusunda güçlü ve inatcı korkunun olduğu bir kaygı bozukluğudur. Kişi korkusunun anlamsız olduğunu bilir. Belirtiler 6 aydan uzun sürmelidir. Hastalık kişinin olağan günlük işlerini ve toplumsal etkinliklerini, karşı cins ilişkilerini, okul ve iş başarısını aşağı çeker. Mevcut yetenek ve birikimini ortaya koyamaz.

Kişiler başkalarıyla etkileşimde bulunmalarını gerektiren ya da bir eylemi başkalarının yanında yerine getirebilmeleri gereken durumlarda anksiyete (çarpıntı, terleme, titreme, kızarma, ellerde titreme, sesinde titreme, baş dönmesi, diare, uyuşmalar vs.) belirtileri gösterirler ve de anksiyete belirtileri göstereceklerinden ötürüde beklenti anksiyetesi yaşarlar, bunlardan olabildiğince kaçmaya çalışırlar. Başkalarının kendileri ile ilgili olarak anksiyeteli, zayıf gibi yargılarda bulunacağını düşünürler. Ellerinin ya da seslerinin titrediğini farkına varacaklarıyla ilgili kaygılardan ötürü toplum önünde konuşmaktan korkabilirler ya da düzgün bir biçimde konuşamıyor gibi görünmekten korktukları için başkaları ile karşılaşmak istemezler. Diğer insanların ellerinin titrediğini görmesinden utanç duyacaklarından korktukları için başkalarının yanında yemekten, içmekten ya da yazı yazmaktan kaçınabilirler ve hatta ortak tuvaletleri kullanmak (utangaç mesane) onlar için çok zor veya imkansızdır.

Sosyal fobik çocuklar mantıksız korkularının olduğunun farkında olamazlar. Öfke belirtisi, içe kapanma, dona kalma şeklinde belirtiler verebilirler. Sadece yetişkinlerle ilişki kurmakta problemleri yoktur, aynı zamanda akranlarıylada ilişki kuramazlar, oyuna katılamazlar. Sosyal fobik çocuğun en iyi terapisi oyun, en iyi terapisti anne-baba ve öğretmenidir. Ama kültürümüzde hareketli çocuk dikkati çeker ve yardım alırken, sosyal fobik çocuklar ve dikkat eksikliği olan kızlar çok geç yardım alırlar. Çocuk ne kadar küçükse yardım o kadar kolay olacaktır.

Sosyal fobik bireyin ebeveyni, aşırı koruyucu, daha reddedici kişilerdir. Baskın insanlar başı dik yürüme ve rahatça göz teması kurma eğilimindedir. Sosyal fobikler, başı önde ve göz temasından kaçar. Sosyal fobik birey sonuçta bekar kalır, statüsünden aşağıda bir işte çalışır.

Liebowitz Sosyal Fobi Ölçeği’nde belirlenen sosyal durumlar şu şekildedir.

  • Toplum içinde veya yalnızken de telefonla görüşme
  • Küçük bir grup etkinliğinde yer alma
  • Toplum içinde yemek yeme
  • Toplum içinde bir şeyler içme
  • Otorite ile konuşma
  • Dinleyiciler önünde konuşma, rol yapma
  • Partiye/ eğlenceye gitme
  • Başkaları tarafından izlenirken çalışma
  • Başkaları tarafından izlenirken yazma
  • Çok iyi tanımadığı biriyle telefonda görüşme
  • Çok iyi tanımadığı biriyle yüz yüze konuşma
  • Yabancılarla karşılaşma
  • Genel tuvaletleri kullanma
  • Birilerinin oturduğu odaya girme
  • İlgi odağı olma
  • Bir toplantıda hazırsızlık konuşma yapma
  • Yetenek, yeti veya bilgi testine tabi tutulma
  • İyi tanımadığı birine onaylamadığını veya aynı düşüncede olmadığını ifade etme
  • Çok iyi tanımadığı birinin gözlerinin içine bakma
  • Önceden hazırlanmış bir raporu bir gruba sözel olarak sunma
  • Romantik veya cinsel ilişki amacıyla biriyle tanışmaya çalışma
  • Alınan bir malı parasını geri almak üzere  iade etme
  • Parti / davet verme
  • Israrlı bir satıcıya karşı koyma

Toplumda görülme oranı %3-13 arasında değişmektedir. Tüm dünyada depresyon, alkol ve madde kullanım bozukluğundan sonra sosyal fobi 3 sırada görülen kaygı bozukluğudur.

Sosyal fobiye; anksiyete, duygu durum bozukluğu, madde kullanım bozukluğu, bulmia nervoza eş tanı olarak görülür.

Tedavisi

          Kişiye (utanacak ne var) demek yetmez, profesyonel yardım gereklidir. Tedavide ilaç ve psikoterapi (bilişsel davranışçı psikoterapi) uygulanır.

 

Uzm Dr Zeynep Pınar

Psikolog Kübra Dinçtürk

Yaşamın Etkili Krizi Ergenlik Dönemi

Psikiyatrist Dr. Zeynep Pınar, ergen çocuğun isyan etmesi doğal olduğunu bu durumun çocuğun kendini ispat etmek için yapılan bir davranış olduğunu ve ailenin iyi rol model olması gerektiğini açıkladı

Doktordayız.comErgenlik 12-18 yaş arasında tanımlanan bir dönem. Fakat ergenlik dönemi bazı kişilerde 24 yaşına kadar da uzayabiliyor. Tabii dikkat eksikliği ve hiperaktivitesi olan bir kişide de ergenlik hiç bitmeyebilir. Ergenliği bir yaşam krizi olarak tanımlayan ve bu dönemin kişinin kendine yatırım yaptığı bir dönem olduğunu söyleyen Dr. Zeynep Pınar, “Ergenlik, bedenen, ruhen gelişmedir ve en kıymetli zaman dilimidir. Bu dönemin iyi yönetilmesi için anne ve babaya doğru rehberlik adına çok iş düşüyor. Ergen;sbedenen hızla gelişen,  bu gelişmeye uyum sağlamak için didinen ve bazen ellini kolunu nereye koyacağını bilemeyen gerçek anlamda bir acemidir. Çevre bazen ‘sen artık koca adam oldun’ der bazen de ‘sen daha çocuksun’ der. Ergen kendini nerede konumlandıracağını bilemez ve sonunda kendisiyle baş edemeyen, kendi kimliğini ortaya koymaya çalışan birey haline dönüşür” şeklinde konuştu.

ÖZEL ALANA MÜDAHALE YANLIŞ

Ailelerin en büyük yanlışının; ergenin kişisel alanına çok fazla müdahale etmesi olduğunu belirten Dr. Pınar, “İnsan kaç yaşında olursa olsun kişisel bir alana sahiptir. Eşiniz de olsa çocuğunuz da olsa bu alana çok fazla girmek doğru değildir. İlişkiler; soğuk havalarda üşüyen ve birbirine sokularak ısınmaya çalışan kirpiler gibi olmalı. İlişkiler birbirimizi delmeyecek kadar uzak, ısıtacak kadar da yakın olmalı. Çocuğumu koruyorum diye en büyük zararı ona verebiliriz. Unutmamak gerekir ki çocuk deneyimleyerek öğrenir, görerek öğrenir. Çocuklar anne ve babalarının söyledikleri değil yaptıklarını yaparlar. Düzenli çalışan, yaşamın değerini bilen, spor yapan, kitap okuyan, insanlara saygı ve sevgi duyan anne babanın çocuğu da bunları görerek öğrenecek ve uygulayacaktır. Bu yüzden aile kendini eğitmeli, değiştirmeli, davranışlarına dikkat etmelidir” ifadelerini kullandı.

AİLE İYİ ROL MODEL OLMALI

Ergen gencin isyan etmesinin doğal kabul edilmesi, bu isyanın anne babaya karşı değil çocuğun kendini ispat etmesine yönelik bir davranış olduğunu açıklayan Dr. Pınar, ailenin çocuğu çok iyi bir rol model olması gerektiğinin önemini vurguladı. Dr. Pınar, “Ergen çocuk yetiştiren aile onun psikolojisi ile ilgili kitaplar okumalı. Çocukla iyi vakit geçirilmeli, özellikle babalara çok iş düşüyor, ellerinden kumandayı bırakıp çocukları ile zaman geçirmeleri gerekiyor. Çünkü tek başına annenin eğitimi yeterli değildir. Aile yeni bir yaşamın mimarıdır. Gencin zararsız başkaldırıları hoşgörüyle karşılanmalı. Özellikle saçıyla, kıyafetiyle, sözleriyle ilgili değişik uslüplarına dokunmamalıyız. Zorla kestirdiğiniz saçı sebebiyle çok büyük travmaya uğrayıp, sıkıntısını sigarayla ya da başka bir maddeyle gidermeye çalışabilir ki bu sağlıksız alışkanlıklar kazanmasına yol açar. Halbuki saçlarına bir müddet sonra siz istesenizde istemesenizde kestirecektir. Gencin nasıl göründüğüyle değil nasıl alışkanlıklar edindiğiyle uğraşmalıyız” dedi.

UZMANDAN DESTEK ALINMALI

Uzm. Dr. Zeynep Pınar, kötü iletişimin öfke doğuracağının unutulmaması gerektiğini ve aile içinde çocuğun da fikrinin alınarak bu geçiş döneminin sakin atlatılabileceğini söyledi. Dr. Pınar, “Çocuğun bu dönemde psikiyatri uzmanından destek alması faydalıdır. Bir uzmandan destek alınması çocuğun güvenini zedelemez. Yüzme öğrenmek için yüzme hocasına, dans etmeyi öğrenmek için dans hocasına gidiliyorsa yaşam krizini doğru bir şekilde atlatmak için de bir psikiyatriste gitmek gerekir” açıklamasını yaptı.

 

 

YOKSA SİZ ÖFKE İLE SİNDİRİLENLERDEN MİSİNİZ?

Yaşamdan örnek:

“O “pabuç ağzını açmasın” diye, yapacağım işleri akşamdan sabaha, sabahtan akşama planlardım. Bıktırıcı bir azarlaması ve sirke satan yüzü vardı. Benim sabah başladığım işime, akşamdan içtiği alkolün tesirinden ayıldığı zaman, öğleyin gelirdi. Eli yüzü şiş olduğu gibi, beyni de şiş olmalıydı. Empatisiz korkunç bakışları ile eksik kusur arayarak devamlı insan ezmek onu besliyor olmalıydı. Öğleyin başlayan mesaisine gece yarılarına kadar uzatabiliyordu. Peş peşe içtiği kahvelerle ayılttığı beynini, gecenin ikinci yarısı peşpeşe yuvarladığı alkolle uyuşturup uyuyabilen bir zavallıydı aslında.. Akşamüzeri saat 17 civarında aklı başına geliyor. Yüz kasları gevşeyip gülümseyebiliyordu. Bu sert kabuğun altında “insan”olabileceğini farzediyordum. Küçükken beni çok kez döven annemin sadece ellerine ve önceden duygularını kestirebilmek için yüzüne yani gözlerine ve ağız köşelerine bakıp, kendimi koruma pozisyonu almaya çalışırdım. Aynı şeyi ona da yapıyordum. Öfkeli ve canı acıtılmış gibi görünen patronu anlamaya çalışır. Ona, bana maaş verip çocuklarımı okutmama imkan tanıdığı için sonsuz şükran duyar, onu bir özürlü gibi affeder, işime bakardım. Sonuçta mutsuz, öfkeli ve hırsını benden alıp beni döven annem sayesinde “mükemmelliyetçi” olduğum için, açlıktan ölmeyince yemeyen,  yorgunluktan devrilmeden uyumayan bendeniz “üretmeye” programlıydım.

Patrona pasifagresif direniş sergileyip devamlı boş oturup, 9 ay sonra kendini kovduran müdürden, sonra işe başladığımda, zekası düşük sekreter bile benim iş verimliliğini fark etmişti. Ben işimi ibadet eder gibi yaparak patronun beni tanıyıp kabul etmesini ve anlattığı eski çalışan nankörlüğü yaralarından kurtulacağı günleri bekliyorum. Sonuçta beni bu hayatta bedensel psikolojik  en çok hırpalayan annem, beni adam edip, var etmişti. “Çalıştığın banaysa, öğrendiğin kendine” deyip beni sonuna kadar annem kullandığı gibi, bu patronda aklınca kullanıyordu ve çok kar ediyordu. Öfke ve saygısızlıkta herkese eşit mesafede olduğu için kendi yoluma, işime, öğrenmeme bakıp onun beslediği öfkemi enerjiye çevirip kendime iş yeri açma gücü ve enerjisi buldum. Sert kabuğunun altından benim annem gibi bir badem değil, çürük badem çıkmıştı ama canı cehenneme. Onun yanında işe başladığım günlerde o kadar yalnız ve çaresizdim ki, en pahalı okullarda okuyan çocuklarıma yetebilmek için bu patrona susmak zorundaydım zaten. Gözleri kapalı sevip, herşeyimi ve kazancımın kontrolünü bırakıp güvendiğim eşim yanında dolaştırdığı eksik kafalı, seksi şempanzeye aşık olmuştu. Aklı başından gitmiş ve saçlarını boyayan eşim, ne çocuklarını nede beni görüyordu. “

Yazarın notu:

Duyarlı insanların duyguları ile oynayıp, istedikleri gibi hayatını manipüle etmek bu avcıların taktikleri bazen sizi mutlu edip, onore ederek, bazen aferinleyerek, bazen öfkesi ile sindirerek veya bıktırarak, yollarına devam edip, kendilerince kar ediyorlar. Ondan aldığınız öfke, sizin tüm gücünüzü haftanızı mahvederken, o bir saat sonra huzurla hayatına devam ediyor unutmayın. Bu tür insanlar sadece patronunuz yada anneniz olmayabiliyor. Bazen melek zannedip sevdiğiniz kocanız, bazen elinizle büyüttüğünüz çocuğunuz  veya ergeniniz sizi bıktırarak, terbiyeleyip istediği kıvama soktuklarını zannediyorlar. Siz önce “iletişim becerileri ve öfke kontrolünü” öğrenin ve uygulayın. Hiçbir şeyin değiştiremiyorsanız ve onlara mecbursanız; onları “özürlü kabul edin” kendi yolunuza devam edin. Mecbur değilseniz silkeleyip atın, iç enerjinizi tükettiğinize değmezler. Gerçekten özürlüler çünkü prefrontal bölgede bulunduğu belirtilen ayna nöronları çalışmadığı için empati yetenekleri olmadığı gibi çevreye ettikleri kötülükler “bumerang gibi dönüp onları çarptığı için” bedduanızla bile ağzınızı ve ruhunuzu kirletmeyiniz. En değerli benim! Ve  “evvela Allah” deyin…

Psikiyatri Uzmanı Dr. Zeynep Pınar

Moral Psikiyatri Kliniği

BAZI İNSANLAR YILAN GİBİ ÖÇ ALIR

 

Yaşamdan örnek: 70 yaşında kadının anıları:

1940 lı yıllarda Ege’de bir köyde 8 yaşlarında bir çocuktum. Bizim evin yanında diğer amcamın evi, onunda solunda en küçük amcamın evi, bizim evin önünde ise ortanca amcamın evi. Köy meydanının karşısında halamın evi, dereye yakın dayımın ve dedemin evi, köye saçılmış 4-5 teyzemin evi ile köyün neredeyse dörtte birini oluşturuyorduk. Babam herkesin büyüğü, ticaretle uğraşan, devlet erkanı ile görüşen, öfkeli mükemmelliyetçi, kuralcı biri idi. Elini beline bağlamış birini görse düzelttirdi. Tüm kardeşleri onun dediği gibi yaşardı. Evimizin arkasında ki akraba olmayan komşumuzu da bir kez hırpalamıştı, susturmuştu. Ben 10 yaşlarımda iken babam hastalanınca bizim evi taş yağmuruna tuttu. Efelenen hasta babam dışarı çıkınca, tüm aile babamı ayaklarının altına aldı. Hamile olan annem babamı kurtaramayacağını anlayınca, yan evde oturan amcama imdat dese de, amcanın karısı yenge kapıyı kilitlemişti. Sebebi; 6 çocuğu ile amcanın başı belaya girmesin diye. Duvarda ki silahı ile kapı kilidini kıran amca imdada yetişmiş ve ateş edip babamı kurtarmıştı ama karşı taraftan birinin gözü saçma ile kör olmuş ve amcam hapse girmişti. Bu arada annemin karnında ki bebek de düşünce güya eşitlendiler. Aradan geçen 40 yılda bir bir büyükler öldü. Yeni iki nesil büyüdü, silahı eline alan amcamın 6 çocuğu büyüdü okudu, çeşitli mesleklerde başka şehirlere gittiler. Amcam yaşlandı, babam öldü. Silahlı amcamın en küçük kızı, liseyi bitirmiş üniversiteye hazırlanıyordu. Köyün en okumuş, en güzel, (köy muhtarı da olan amcamın) amca kızını isteyen pek çok delikanlı vardı. Köylerde bizim zamanımızda kızlar başlık parası ile evlendirilirdi, delikanlılar için evlenmek pahalı bir işti. “Kız kaçırmak, kaldırmak, kız kapamak” evliliği ucuza getirmekti. Amcamın her pazartesi pazara … gittiğini bile komşu kadın, “bir güzel kumaş aldım göstereyim” yalanı ile amca kızını evine çağırıp, bir oğlanla kapayıp zorla gelin ettirmişti ve çaresiz kız o gün köyden bile kaçıp gitmek zorunda kalmıştı. O kadın, gözüne saçma gelen adamın karısıydı 30-40 sene sonra kocasının öcünü almıştı. Bir başka günahsız kızı harcayarak.

Psikiyatri Uzmanı Dr. Zeynep Pınar

Moral Psikiyatri Kliniği

İNSAN SARRAFLARI

Kayseri’de bir gün kendimi mutlu edeyim deyip birkaç takı bakmıştım. Bir parmağıma, bir koluma derken epey bir şeyi takıp çıkardım, dükkândan çıktım. 1-2 vitrine baktım, kış günü kat kat giyinmiştim, baktım ki kolumdan bir bileklik sarkıyor, çıkarıp vermemişim. Koşarak geri döndüm, ben özürlenmeye çalışırken, 60 yaşındaki beni hiç tanımayan mağaza sahibi gülüyordu “geri geleceğinizden ya da parasını göndereceğinizden öyle emindim, takının kolunuzda kaldığını ben fark ettiğim halde, siz utanmayın diye sesimi çıkarmadım!”

Bazı insanların, empati yetenekleri ve dolayısıyla sosyal zekaları öyle yüksek ki! İletişimde ki en eski dil olan “beden dili” okuyucuları onlar! iletişimde önce beden dili, sonra ses tonu, en son sözcüklerin anlam bulduğunu biliyor muydunuz?

Şimdi böyle bir adamın babanız olduğunu düşünün. Sizin aylardır tanımaya çalıştığınız eş adayınızı, bir bakışla (3 saniyede) ve bir sözcükle özetler ama siz duymaya niyetliyseniz!.

Psikiyatri Uzmanı Dr. Zeynep Pınar

Moral Psikiyatri Kliniği

BUZDAĞININ ALTINDA KALAN GERÇEKLER: Eşimden soğudum diyenler OKUSUN

 

Yaşamdan örnek:

65 yaşında baba anlatıyor: Kanser hastasıyım günlerim sayılı, iki kızım yanımda, ilk eşimden olan bugün 38 yaşında olan oğlumu 35 senedir görmüyorum. Aramak sormak istiyorum hiç aklımdan çıkmıyor  ama ona bir kez daha zarar verir miyim  diye korktum; size sormaya geldim.

İlk eşim mahallede komşu kızıydı. 5 küçük kız kardeşim ve annem eve gelen gelini her akşam bana kötülediler. Gençtim acemiydim oğlum 1 yaşında iken boşandım. Kısa zaman sonra tekrar evlendim. Belirli aralıklarla eve aldığım oğlumu koynumda yatırdım, yokluğunda özledim. Biraz sert mizaçlı ikinci eşimi önce uyardım, sonra gözdağı verdim nafile. Eve gelince suskun kedi gibi buluyordum oğlumu, bir kez vücudunda çimdik izi buldum, bir günde iki gözünün altını mor halkalar halinde buldum.3 yaşında  ki  oğlum susuyordu . Boşandığım annesine onu hangi yüzle verecektim. Bir hafta iş yerine götürerek oğluma kendim baktım. İkincisinden ikiz kızım olmuştu. Ben onu yere çarpmak istiyordum ama kızlarımı emzirirken görüp aklım başıma geliyordu.

Soğuk iş yerinden sıcak evimize oğlum gitmek istemiyor ikinci eşimi görünce korku ile yaprak gibi titriyordu. Göz altındaki morlukların sarı yeşile dönmesi iki haftayı aldı. Komşular görmüştü söylediler duvara çarptığı oğlum bir müddet baygın kalmıştı. Kontrolümü kaybettim karımın saçlarını yola yola dövdüm, yalvardı, yemin etti, pes etti, oğlumdan özür dilettim, başka bir yerde iş gösterilmişti bana, çocuğu evde bırakıp gittim. İşim erken bitmişti sessizce evin bahçesine girdim, oğlum evin yukarıda korkuluksuz  terasında yürüyor, karımda aşağıda kollarını açmış “atla oğlum” deyip bağırıyordu, çocuğu durdurdum. Götürüp annesine bir daha onu görmemek üzere bıraktım. Ömrüm boyunca oğlumun korkmuş kocaman gözleri, yastığımda beni hiç yalnız bırakmadı.

Oğlumdan öğrendiklerimiz:

5 yaşında iken anneannemin kapısına gelen ve anneannemi silahı ile korkutan jandarma beynimde asla silinmedi. Annem derki, o günden sonra 12 yaşına kadar ara ara yatağımı ıslatmışım. Bugün panik atak ve kaygı bozukluğu hastasıyım. Beyin travması geçirdiğim için duvarlara çarpıldığımı hatırlamıyorum. 3 yaşındayken sadece düğüne giderken beni yanına almayan annemin beni tamamen terk ettiği korkusuna kapılışımı asla unutmuyorum. Babamı affettim, çünkü çocukluğunu öğrendim. Babama yaşıt olan ve bana babalık yapan dayıları nehirde gölde balık avlarken, 5 kız çocuğundan sonra dünyaya gelmiş ve sokağa bırakmadan büyütülmüş ve kişiliği zayıf gelişmiş babam, ne annemi, ne beni, ne de kendini ömrü boyunca korumayı beceremedi. Duyduklarım hayatımı yöneten annesi ve kardeşlerinden sonra üvey anne onu bir ömür ezmiş ve büyümüştü. Bu adamı tanıyorum ama benim babam değil!!!

Psikiyatri Uzmanı Dr. Zeynep Pınar

Moral Psikiyatri Kliniği

HAMAMA GİREN TERLER

Hamamın yumuşatıcı rahatlatıcı yönünü isteyip, terlemeyi kabul etmemek gibi somut bir örnek eğlenmeyi isteyip, para harcamayı kabul etmemek için söylenmiş olmalı. Bilirsiniz eğlenemeye gider burnunuzdan gelerek geri dönersiniz bazen. Evlilikleri bitiren ‘SEVGİSİZLİK’ değildir çoğunlukla. SAYGISIZLIK daha büyük ayırıcı faktördür. Birde insanların hayatında ilkler ve tekler vardır. Doğum, taşınma,hastalıklar,evlilikler,ölüm,öss gibi hayatın kriz dönemlerinde yakınlarınızın yanında olmazsanız unutmazlar. Siz onun için 99 kez yemek hazırlayıp tokken önüne koymuş olmanızın hiçbir önemi yoktur. Bir kez açken onu açıkta bırakmanızın ömür boyu izi kalır affedemez.

Yaşamdan örnek: 1,5 senedir ygs yi hazırlanan kuzumuzu, sınav öncesi son gün komedi filmine götürüp güldürelim istedik. İstediğimiz filmler Cevahirde olmasına rağmen, Astoria nın önünde iken araba kullanan eşim ‘bak internete Profiloya gidelim’ diye emir verdiği bendeniz, internete bağlanıncaya kadar Profiloya girmiştik bile. Bir Cumartesi akşamı üçümüzde yorgun (ikimiz garanti)park yeri aradık, sinemaların yerine baktık yorulduk ve komedi filmi yok, yavrumun yüzü düştü. Ani kararının sebebi buranın 2 lira daha ucuz oluşuydu. “Tekrar Cevahir’e gidelim” dediğinde gücümüzde, enerjimizde yok olmuştu, mecburen oradan bir film seçtik. Uzun kuyrukta eşim bilet alırken, sinemanın hemen önünde ki ‘1 tl kahve’ yazan yerde 2 Tl ye 2 salep aldık, arkamızı döndük eşim yok. Onada bir kahve alacağız, sahlep sevmez. Oturduk biraz bekledik, ‘kredi kartına para yüklemeye gitmiştir’ dedi kuzucuk. Tecrübeli kötümser bendeniz huzursuzlandım. Telefon telefon üstüne açtım cevap yok, bekledik, bekledik… Çocukda huzursuzlandı aradı yok. Canı isteyince cevap verdi geldi ‘bende sizi aramaya çıktım’ yalanı ile oturdu hemen kahvesini ısmarladık küser yoksa, biraz sonra yalanını unuttu. Gezdiği mağazaları isim isim saymaya başladı. Pahalı mağazalarda tek tek takım elbise fiyatlarına bakmıştı. Halbuki bize dese onu bağlayacak değildik, o takım elbise bakar, biz yorgun iki kişi rahat otururduk. Hangi davranışımıza pasif agresif eşimin ceza kestiğini kestiremedik bile. Bunun gibi sayısız örneklerin iç enerjiniz için nasıl bir kaçak olduğunu bir bilip izin vermeyin…

Psikiyatri Uzmanı Dr. Zeynep Pınar

Moral Psikiyatri Kliniği

WordPress.com'da Blog Oluşturun.

Yukarı ↑