Ara

Etiket

psikiyatri

EŞ TERAPİSİ

EŞ TERAPİSİ

 “İlişkimizde problem var”diye başvuranların yanında, asıl sorunu örterek; depresyon, psikosomatik şikayetler, ve fobik reaksiyonlarla terapiste başvuranlarada sıklıkla rastlanmaktadır.” Bazı çiftlerin terapiste başvurma amaçları;ilişkilerini, evliliklerini kurtarmaktır. Hem terapi ortamı, hemde terapist evliliğin bitmesine ya da devam etmesine karar veremez.Terapi ortamı; İletişimi açık ve net hale sokan, üçüncü bir kişinin (terapist) yardımıyla karşılıklı anlaşılabilir konuşmayı öğreten, kişinin olaylara tek yön olan bakış açısını zenginleştiren, kendinin farkındalığını sağlayan bir ortamdır. Bu ortamdan yeteri derecede faydalanabilmek yinede çiftlerin kendilerine bağlıdır.Terapinin amacı iletişimi sağlıklı hale getirmektir. Bir ilişkinin sağlıklı şekilde devam etmesi, çiftlerin uzlaşmazlıklarını çözebilme yeteneğine ve isteğine bağlıdır. Çiftler arasında ilişkinin sorun haline geldiği durumlarda şu cümleler sıklıkla kullanılmaya başlamıştır artık.“Beni sen hiç anlamıyorsun. ”

Çiftlerde ortaya çıkan sorunlar, aslında problem diye görülmeye başladığı zamandan daha önce den de vardır. Fakat yaşam döngüsünün çeşitli devrelerinde(evlilik, çocukların doğumu, çocukların okulu, eşlerin iş-meslek rolleri, geleceği yapılandırma)çiftler belirli amaçlar üzerine odaklaşırlar.

Böylece ilişkinin yürümesini engelleyen “şeyleri” göremez ya da görsede farketmemeye, farketsede bir süre sonra bunun değişeceğine kendini inandurmaya çalışır. Fakat bu yaşam döngüsü içinde ani ve büyük değişimler, zorlanmalar, kayıplar ve bu döngünün oturtulmasıyla, kişiler o ana kadar belkide hiç yapmadıkları, yada bazen düşündüğü hatta bazen deneyime geçirdiği “kendinin farkındalığı” üzerine yoğunlaşmaya başlar. Ben neyim? ne oluyor? ne istiyorum gibi kendine yönelik sorular sormaya başlar. Farkına varmaktan kaçındığı “şeyler” üzerine gidip onları araştırmaya, çözümlemeye çalışır. İlişkinin bileşenleri olan üçlü; kominikasyon-güç-duygu o anda gerçek sorunlar olarak görülmeye başlanır. İlişkide o ana kadar çıkıpta başedilen sorunlar bir anda üstesinden gelinemez bir hal almaya başlar. İlişkinin tanımını yapacak olursak;özel belirli bir bağlamda kişiler arasında oluşan duygu ve düşünce, davranışlarda şekillenen bir mesaj iletimi, daha da ötesi arzu, istek ve ihtiyaçların cevap bulmasına yönelik bir alış-veriştir. İlişkinin olması için iki kişinin olması ne kadar olmazsa olmaz bir kuralsa, ilişkide hangi kontekstin geçerli olduğı konusuda o kadar önemlidir. İlişkinin şekillendirilmesi; belirli bir durum, ortam dahilinde olmalıdır. Eşlerden birinin sevgisini ifade etme şekli diğerinde sevgi değilde öfke, kızgınlık şeklinde algılanabilir. İlişkide önemli olan bir noktada “burada ve şimdi” dir. Kişiler arası ilişkilerde, kişilerin çevrelerindeki üçüncü ve dördüncü kişiler (anne, kayınvalide, baba, arkadaş) tarafından ilişkiye yandan müdahale yapılacağı gibi, bir profesyonel (terapist) tarafından da terapötik müdahaleler yapılabilir. Gerçek yaşamda ilişkilerde belirlemeler, tanımlamalar ve yorumlar olduğu müddetçe, müdahaleler her zaman bir şekilde vardır. Fakat bir problem yaşandığında:kişilerin “eylem kapıları yapılanmış” olması veya “sonu gelmeyen oyunlar”söz konusu olduğunda, sistemin dışından bir kişinin müdahalesine gereksinim vardır. Çünkü sistemin devam etmesi için, sistemin kurallarının değişmesi gerekmektedir. Sistemi değiştirmek, o sistem içindeyken olası değildir. Ancak dışardan birisi(terapist)sisteme ihtiyacı olanı verebilir.

Yardım isteği ile başvuran çiftlerden biri “ben boşanmak istemiyorum veya ben boşanmak istiyorum” isteğiyle geldiğinde, ilk müdahalemiz ;boşanmak için ilişkinin düzelmesinin gerektiği çünkü burada sorunun, ilişkinin aslı olduğunu söylemektir. Sorunlu ilişkilerde boşanmak;ağızdan kolayca çıkan basit bir çözüm olarak gelsede gerçeğe yakınlaştıkça, uzaklaşılan ve alınması zor bir karar haline gelmektedir. Çiftlerde, terapide kullanılan ilk önerilerden biri;ilişkinin bir süre askıya alınmasıdır(askı modeli). 15 gün süre ile asla yüz yüze görüşme yapılmaması, telefonla konuşulmaması, ayrı yerlerde yaşama ve bu sürede varlıklarından bile haberdar olunmaması önerildiğinde, buna “boşanmak en iyi çözüm “diye yaklaşan çiftlerde dahi ilk tepki red etme olabilmektedir. Çift terapisine başvuranların çoğunluğunu kadınların oluşturduğu ve bir kısım eşlerin terapiye sıcak bakmadıkları göz ardı edilmeyecek bir gerçektir. Terapiye her iki tarafında katılması sonuç almayı kolaylaştırdığı gibi terapi süresinide kısaltır. Fakat çok önemli olan bir gerçekte, ilişkide magdur olan bireyin; (çoğunluğu kadın) tek başına yapacağı terapi yolculuğunda hem ilişki adına hem de kendi adına çok yol katedebileceğidir.

Evlilik Öncesi

Flört ya da nişanlılık dönemlerinin uzadığı ilişkilerde sorun yaşama riski giderek artmaktadır. Özellikle, ilişkide ailelerin de yer almaya başlaması eşler arasındaki nazik dengeleri bir şekilde etkilemektedir. Bunlara rağmen nişanlılık ve flört dönemleri evlilik hayatı hakkında eşlere ipuçları da vermektedir. Bu nedenle çok iyi değerlendirilmesinde fayda vardır.

Evlilik Kararı

Kişiler evlilik kararı alırken farklı nedenler düşünmektedirler. Bu kararı verirken yapılan hataların bazıları şu şekilde sıralanabilir;

İlk Bakışta Aşk: İlk görüşte aşk, kişilerin mantıklı düşünmelerine ve yanlış kararlar almalarına neden olabilmektedir. Bu nedenle çiftlerin birbirlerini tanımak için zaman tanımaları ve alacakları karar öncesinde iyi düşünmeleri gerekmektedir.

Evden Kaçış: Bazı insanlar mutlu olamadıkları ve sürekli sorun yaşadıkları bir ortamdan kurtulabilmek için evliliği bir çare olarak görmektedirler ve evlilik kararı almaktadırlar. Bir kaçış olarak da değerlendirebileceğimiz evlilik kararı her zaman doğru olamayabilmektedir.

Cinsel İsteklerin Karşılanması: İnsanlar bazen cinsel ihtiyaçlarını giderebilmek için evlenmek istemekte ve evliliğin asıl temellerini gözardı ettikleri için yanlış kararlar verebilmektedirler.

Yalnızlıktan Kurtulma İsteği: İnsanlar bazen yalnızlıktan kurtulmak için evlilik yapmayı deneyebilirler. Ancak sadece bu amaçla yapılan evlilikler genellikle doğru evlilikler olmamaktadır.

Evlilik İle İlgili Beklentiler

Gerçekçi olmayan evlilik ile ilgili beklentiler, eşlerin ciddi hayal kırıklıkları yaşamalarına, evliliklerinde sorunlar yaşamalarına ve hatta çıkmaza girmelerine neden olabilmektedir. Bunlardan bazıları ise şöyledir;

‘Eşim en yakın dostumdur’ düşüncesi: Bireyin hayatında eş ve arkadaş çok önemli kişilerdir. Bir bireyin eşine arkadaş rolünü de yüklemesi oldukça yanlıştır, çünkü her iki ilişki türünün de o kişi için farklı getirileri vardır.

‘Evlilikte yarı yarıya paylaşım gerekir’ düşüncesi: Bu düşünce, ilişkiler içinde bireyler için gerekli ve kaçınılmazdır. Ancak, paylaşım düşüncesi bir orana sabit kılınamaz. Hayatta karşılaşılacak olan durum ve imkanlar gözönünde bulundurularak, kimi zaman birinin diğerine oranla daha fazla sorumluluk üstlenmesi gerekebilir. Paylaşım konusu, uzun bir zaman dilimi için düşünülmelidir. ‘Çocuk sahibi olmaksızın bir evlilik olamaz’ düşüncesi: Eşler için çocuk sahibi olmak evliliğin en önemli amaçlarından biridir. Bu sayede çiftler birbirlerine daha çok yakınlaşacaklarını, aralarındaki sorunları daha kolay çözebileceklerini düşünürler. Bu düşünceler çocuk sahibi olma kararını çok ciddi bir şekilde etkiler. Ancak zaten başarısız bir ilişkide çocuk sahibi olmak her zaman çözüm olamayacağı gibi kişiler arasında başka sorunların da yaşanmasına neden olabilmektedir. ‘Eşime şimdiye dek yaşadığım her şeyi anlatmalıyım’ düşüncesi: Evlilik kararı almak üzere olan çiftlerin birbirlerini tanımaya çalışmaları çok normaldir. Ancak o zamana dek yaşadıkları olayları ve tecrübeleri birbirlerine aktarırlarken de dikkatli olunmalıdır. Çiftler ilişkilerinin nasıl etkileneceğini tahmin edemedikleri konularda konuşacakları zaman aile terapistlerinden destek alabilirler.

Sosyo-Ekonomik Düzeylerin Birbirine Yakın Olması: Aynı sosyo-ekonomik çevrelerden gelen kişilerin yaptıkları evliliklerin başarı oranlarının yüksek olduğu bilinen bir gerçektir.

Enerji Düzeylerinin Benzerliği: Kişilerin enerji düzeylerinin birbirine yakın olması evlilikte ulaşılan doyumu doğru oranda etkilemektedir.

Hayata Bakış Açılarının Benzerliği: Eşlerin hayatın hızına ayak uydurabilme, değişime ve değişikliğe olan ihtiyaç veya durağanlığı sevme gibi konularda birbirlerine benzemeleri, evlilikteki uyumu da artırmaktadır.

Evlilikte Danışmanlık

Neden evlenmek istiyorum?: Bu soruya verilecek cevap çok önemlidir. Kişinin gerçekten sevdiği insanla birlikte yaşama isteğiyle bir evlilik kararı alıyor olması gerekmektedir.

Neden ‘onunla’ evlenmek istiyorum?: Çiftlerin birbirlerini yeterince tanıdığını, hayata karşı benzer bakış açılarına sahip olduğunu, bir ömür boyu birlikte yaşamak istediklerini düşünmeleri onların alacakları evlilik kararında doğru yolda ilerlediklerinin bir göstergesidir.

Hayata nasıl bakıyoruz?: Eşlerin hayata benzer pencerelerden bakmaları onların evlilik hayatlarını doğrudan etkileyecektir. Olayları, insanları ve genel anlamıyla hayatı birbirine yakın tarzda değerlendirebilen ve benzer tepkileri veren eşlerin evlilikleri çok daha sağlam adımlarla ilerlemektedir.

Nasıl bir eş istiyorum?: Kişi, nasıl bir eş istediğini, nasıl biriyle hayatını birleştirmek istediğini iyi tahlil etmelidir. Geleneksel, modern, farklı düşünen, koruyucu biri mi olacağını iyi düşünmelidir. Ancak bunun için de,eşler flört ve nişanlılık dönemlerinde kendilerini oldukları gibi yansıtmalıdırlar. Olumsuz yönlerini karşı taraftan gizleyip,olumlu yönlerini ön plana çıkarmamalıdırlar. Aksi taktirde,verilecek evlilik kararındaki etkenleri yanıltmış olurlar. Dolayısıyla kişi hayal ettiği ve istediği eş modelinden çok daha farklı biriyle karşılaşabilir ve verilen yanlış kararlar işleri çıkmaza sokabilir.

Evlilik Öncesi

Bir evlilikte eşleri etkileyen pek çok psikolojik sebepler vardır. Bu nedenle çiftlerin evlilik kararını almadan önce birbirlerini yeterince tanımaları ve evlilik sorumluluğunu alıp alamayacaklarını iyice düşünmeleri gerekmektedir. Özellikle toplumumuzda, erkeklerin sorumluluk alma konusundaki istek ve kararlılıklarını pek çok kere gözden geçirmeleri tavsiye edilmektedir. Evlenmeden önce dikkat edilmesi ve değerlendirilmesi gereken bazı kriterler vardır. Evlenmeden önce eşlerin birbirleri hakkında kişilik özelliklerini, evliliğe ve hayata bakış açısını, kendisine her konuda destek olup olamayacağını, mesleği ve gelir düzeyini, sağlık durumunu, çocuk sahibi olmak isteyip istemediğini, cinselliğe bakış açısını, her iki tarafın ailesiyle olan ilişkilerini, psikolojik bir sorununun olup olmadığını bilmeleri gerekmektedir. Bu kriterler ve daha pek çok konu çiftler arasında tartışılmalıdır. Evlilik öncesi depresyonu bilinen bir gerçektir. Evlilik sorumluluk gerektirmektedir ve eğer kişi bu sorumlulukları üstlenemeyeceğini düşünüyorsa biraz daha beklemekte fayda vardır. Karşılıklı sevgi ve anlayışın var olmadığı evliliklerde bu sorumluluklar kişilerin özgürlüklerinin elinden alınması gibi algılanabilir. Bu nedenle evlilik kararı üzerine iyi düşünülmeli, sevgi ve anlayışın hakim olduğu ilişkiler geliştirilmelidir.

Evlilik öncesinde bahsedilen bu kriterler dikkatle ele alınmalıdır. Gerekli hallerde evlilik-ilişki danışmanlarından destek istenebilir. Objektif ve uzman birinin rehberliğinde, kişilerin evliliğe hazır olup olmadıkları, birbirleri ile uyumu, hayata bakış açıları ve evlilikten beklentileri masaya yatırılır. Yapılan bu görüşmeler kişilerin verecekleri kararda belirleyici ve yol gösterici bir kaynak olabilir.

Doğru Eş Seçimi

Bir kişinin evlilik kararı almasında o zamana kadar edindiği hayat tecrübesi ve kişilik özellikleri çok önemlidir. Bu etkenleri gözönünde bulundurarak geliştirilmiş bazı kuramlar vardır;

Bütünleyici Gereksinimler Kuramı Bu kurama göre, evlilik kararı alacak olan kişi, kendi kişiliğinde eksik olan özelliklerini eşinden tamamlamasını beklemektedir. Örneğin, ilgi ve şefkate ihtiyaç duyan biri, şefkat dolu ve kendisine çok ilgi gösteren birini eş olarak seçebilmektedir.

Uyarıcı – Değer – Rol Kuramı: Bu kuramın birinci aşaması bireyin karşısına çıkan kişinin kişilik özelliklerinden etkilenmesidir. Uyarıcı aşama denilen bu aşamada kişiler ilişkilerinin değerlendirmesini yaparlar. İlişki kendileri için önemli bulunursa ikinci aşama olan değer aşamasına geçilir. Kişiler fiziksel, zihinsel ve sosyal olarak ortak değerlere sahip olduklarını düşünüyorlarsa son aşama olan rol aşamasına ulaşırlar. Bu aşamada, kişiler birbirlerini hayatta üstlenecekleri roller (eş, ebeveyn gibi) içindeki davranış biçimlerini kestirmeye çalışırlar. Bu aşamanın ardından ise evlilik kararına yönelik girişimler hayata geçer. Doğru eş seçimi için karşı taraftan beklentilerinizi net olarak düşünmeli ve doğru karar almak için adımlarınızı atmalısınız.

İlişki Danışmanlığı

Ülkemizdeki evliliklerin büyük bölümü ailelerin tutumları yüzünden bitmektedir. Ayrıca, ekonomik sıkıntılar, alkol ve madde bağımlılığı, şiddet, cinsel sorunlar, kişilik ve beklentilerin farklılığı gibi nedenler de evlilikleri sona erdirmektedir. Bu nedenlerin temelinde ise genellikle iletişimsizlik karşımıza çıkmaktadır. Eşler birbirlerine ihtiyaçları olduğu zamanlarda birlikte olamadıklarında evlilikleri çıkmaza girmektedir.

Evliliklerde birçok etken o evliliğin geleceğini etkiler. Yaşadığımız toplumda ailelerin evlilikler üzerindeki yoğun etkisini gözönünde bulundurursak, çiftlerin ekstra sorumluluklar üstlenmesi gerektiğinin de farkına varılabilir. Özellikle erkeklerin bu konudaki isteksizlikleri ve yetersizlikleri, evliliği kadınlar için daha da zor hale getirebilmektedir.

Evlilik bir anlamda sorumluluk almak demektir erken yaşta evlilik kararı alan çiftler özellikle bu sorumluluğu kaldırabileceklerinden emin olmaları gerekmektedir. Bu nedenle eşlerin belli bir yaşa gelmiş olmaları ve alınacak bu sorumlulukları kolaylıkla üstlenebilmeleri gerekmektedir. Erkekler için 29-30, kadınlar için ise 25-26’lı yaşlar uygun zamanlar olarak görülmektedir. Kişinin karakterinin oturmuş olması, hayattan ne istediğini bilmesi ve olgunlaşması açısından bu yaşlarda yapılan evliliklerin daha sağlıklı yürütüldüğü kanaati doğmuştur.

Farklı başlıklar altında toplanan bu bilgiler ışığında, kişi kendisini ve evlenmek istediği kişiyi iyi değerlendirmelidir. Her şeyden önce evlilik kararına bir duygu yoğunluğuyla değil, mantık çerçevesinden bakmak fayda sağlayacaktır. Kişiler yapmayı planladıkları evlilikle ilgili şüpheler taşıyorlarsa evlilik kararı öncesinde bir aile danışmanından destek istemeleri oldukça doğru bir karar olacaktır.

Evliliklerde Yaş Farkı

Günümüz toplumlarında, eş seçimi konusunda kadınların ve erkeklerin geliştirmiş oldukları farklı standartlar gözlenmektedir. Kadınlar için kendisinden yaşça büyük, ekonomik ve eğitim seviyesi olarak daha üstün bir erkekle; erkekler için ise kendisinden yaşça daha küçük, ekonomik ve eğitim seviyesi olarak daha düşük olan bir kadınla evlenmesi normal karşılanmaktadır. Ancak bu anlayış özellikle kadınlar için değişmeye başlamıştır. Artık kadınlar da yaş, eğitim ve gelir seviyesi olarak kendileriyle aynı seviyede olan erkekleri tercih etmektedirler. Kadınların kendilerinden on yaş ve üstü olan erkeklerle evlenme oranları hızla düşmektedir.

Evlilikte yaş farkı için büyük yaş aralarından yaşları 50-70 arasında değişen erkeklerin büyük çoğunluğu, evlilik için kendilerinden en az 5-10 yaş küçük kadınları tercih ettikleri gözlenmektedir. Buna karşılık aynı yaş gurubundaki kadınlar için ise kendi yaşıtlarındaki erkeklerle evlenmek istedikleri saptanmıştır.

Bir ilişkiyi değerlendirmeden önce bireyi değerlendirmek gerekir. Bir birey öncelikle kendini iyi tanımalı, hayata dair isteklerini, hayallerini ve beklentilerini iyi bilmelidir. Böylelikle, karşısındaki insandan beklentilerini de daha rahat ifade etme imkanı bulur. Birey, karşısındakinden çok fazla şey beklerse, o kişiye ve yaşanacak ilişkiye de o kadar çok yük yüklemiş olur. Gerçekleştirilemeyen hayaller ve karşılanamayan beklentiler ise zaman içinde yaşanan ilişkiye zarar vermeye başlar. Mutsuz çiftlerin yaptığı en büyük yanlışlardan biri, birbirlerini değiştirme çabasıdır. Böyle durumlarda kimsenin kazanabileceği bir şey yoktur. Ortaya çıkan şey ise sadece bir güç savaşıdır ve mutsuzluktan başka bir şey getirmez.

İlişkileri flört, nişanlılık ve evlilik süreçlerine ayırabiliriz. Her bir sürecin kendine has özellikleri vardır. Flört döneminde çiftler birbirlerini herhangi bir baskı olmaksızın, özgürce tanıma imkanı bulurlar. Nişanlılık döneminin ise diğer dönemlere göre daha zor ve sancılı geçtiği belirlenmiştir.

Evlilikte Çatışma

Çatışmalara yol açan birçok durum söz konusudur; iletişim problemleri, evlilik dışı ilişkilerin varlığı, kültürel farklılıklar, eşlerin evlilikten beklentilerinin farklı olması, cinsel sorunlar, maddi konular, eşlerin aileleriyle ilgili yaşanan problemler, alkol ve kumar gibi alışkanlıkların varlığı bunlardan bazılarıdır.

Evliliğin sağlıklı bir şekilde devam etmesi, çiftlerin yaşadıkları çatışmaları nasıl çözdüğüne bağlıdır. Çatışmalarını sağlıklı bir şekilde çözen çiftler, evliliklerinden doyum alabilirler ve evliliklerinde mutludurlar. Hatta çatışmadan dolayı evlilikleri tehlikeye girmek yerine ilişkileri daha da güçlenir. Sağlıklı evliliklerde bir miktar çatışma olması gayet normaldir.

Eğer bir evlilikte hiç çatışma yoksa, bu o evliliğin tehlikede olduğunu gösterebilmektedir. Eşler o kadar çok birbirlerine ilgilerini kaybetmişlerdir ki, artık çatışma dahi yaşamaz olmuşlardır.

Çiftler, çatışmaları yönetme konusunda gerekli becerileri edindikleri takdirde, yaşanan çatışmalar artık evliliği sarsamaz. Önemli olan sorunların göz ardı edilmemesidir. Yaşanan sorunlar göz ardı edildiği takdirde, ileride daha ciddi sorunlar ortaya çıkmaktadır.

Eşleri birbirleri ile akraba yapan, sonsuza dek birbirlerinin genlerinde yaşamalarını sağlayan tek şey çocuk sahibi olmaktır. Çocuk sahibi olmak aynı zamanda geri dönülmezlik duygusunu beraberinde getirir, bu durumda eşlerde kaçıp kurtulma isteği ortaya çıkar. İsteyerek çocuk sahibi olan kişilerde de durum değişmez. Hareket kabiliyetlerinin kısıtlanması, özgürlüklerin kaybı, tüm çiftleri derinden yaralar. Evli çiftler bu noktada bir kadın ve bir erkek olmaktan, anne ve baba olma noktasına ulaşabilirlerse, bu krizi atlatabilirler. Benzer krizler çocukla ilgili ortak kararlar verme noktasında da kendini gösterir. Aslında genellikle eve gelen o minik birey ev içindeki coşkuyu artırır, hatta çoğu zaman eşler arası iletişimi güçlendirir. Ancak zaman zaman ebeveynlerin yanlış tutumlarından dolayı sorunlar ortaya çıkabilir! Peki niçin? Ev içinde rollerin sağlıklı bir biçimde belirlenmemiş olması bu durumun en önemli nedenidir. Bireylerin anne – baba olduktan sonra eş olma rollerini unutmaları ve önceliği her zaman çocuğa vermeleri ile diğer eş ihmal edilebilmektedir. Bu durumda eşler, ebeveyn olmadan önceki ortamı arar ve eşi ile eski yakınlığını özler. Çocuğun kendisine olan ilgiyi azalttığını düşünür. Çocuk bahane edilerek eşin bazı isteklerine cevap verilmemesi, eşe zaman ayırma gayretinin gösterilmemesi, ev içinde eşlerin birbirlerine sürekli, “annecim, annemiz, babacım, babamız” ifadeleriyle seslenmeleri yapılan diğer yanlış davranışlardır. Ayrıca, çocuk bakımı ile ilgili sorumlulukların paylaşımının iyi düzenlenmemesi tartışmalara yol açabilmektedir.

Evlilikte Yaşanan Sorunlar

Evlilik insanların yaşamındaki birçok şeyi değiştirir. Evlendikten sonra kişilerin tercihleri, hayata bakış açıları ve davranışları değişebilir ancak bu değişim olumsuz bir değişim olmak zorunda değil, aksine, bir başkasıyla bir arada yaşamayı öğrenmek bireye birçok olumlu özellikler katar. Bunların yanı sıra kişilerin evliliğe tepki göstermeleri kaçınılmazdır. Çünkü evlilik insanın kendisine ait dünyasını bir başkasıyla paylaşmasıdır. ‘İyi’siyle, ‘kötü’süyle paylaşmak. Evlenmeden önce kendi işini, kariyerini, beklentilerini, planlarını ve sorunlarını düşünmesi yeterliyken, evlendikten sonra bireyin benzer şeyleri eşi için de düşünmesi gerekir. Evlenmek dünyadaki diğer tüm ilişki seçeneklerini yani tüm kadınları / erkekleri feda etmektir. Bunları kabullenmek ve ‘evli’ olduğu fikrine alışmak bireye zor gelebilir. Sonuçta evlendikten sonra eşlerin ve aralarındaki ilişki biçiminin değişmesi çok doğaldır. Genç eşler, evlendikleri kişinin bir ‘yabancı’ olduğunu anladıklarında karar verme zamanıdır, ya paniğe kapılıp, her şeyden vazgeçerler, ya da büyür ve evliliklerine sahip çıkarlar. Evlilik, bir evcilik oyunu değildir. İki gencin birbirinden hoşlanıp evlenmeye karar vermesi de onları pespembe bir geleceğin beklediği anlamına gelmez. Eskilerin ‘nikahta keramet vardır’ sözüyle de bir yere varılamayacağı kesin. Görücü usulüyle birbirlerini tanımadan evlenen kişilerin ortak bir yaşama alışmaları elbette daha uzun zaman alır. Evliliğin sadece duygularla yürümeyeceğini kabul etmek gerek. Evlilikle devam edecek kadar ciddi olan ilişkilerde bireyler, öncelikle aralarında sosyo-kültürel farklılık olup olmadığına dikkat etmeliler. İçinde yetiştikleri aile ortamları birbirinden çok farklı olmamalı. İlk aylar geçtikten sonra, eşler birbirlerinden çok farklı ortamlarda yetişmiş olduklarını anlayıp, diğerinin farklı yanlarını kendi doğru bildikleri ile değiştirme çabasına girişirse sonuç hiç de iyi olmaz. Bazı evliliklerde kadın, erkeğe kendi zevklerini, isteklerini kabul ettirmek için çaba harcar, erkek de kendi isteklerinin yapılması için direnir. İki taraf da kendini haklı çıkarma telaşına düşer. Bu durumda, eşlerin birbirlerinin içinde yetiştiği çevreyi tanımaya ve anlamaya çalışması ve onun farklılıklarına saygılı davranmayı öğrenmesi gerekir ancak bunu başarmak söylendiği kadar kolay değildir.

Eskilerin eş seçiminde, aile yapısını, yaşam koşullarını büyük bir titizlikle incelemeleri boşuna değildir. Günümüzde evliliklerin kısa ömürlü olmasında, eşlerin farklı kültürel çevrelerden ve aile ortamından gelmeleri önemli ölçüde rol oynamaktadır. Evliliğin ilk dönemleri zor geçebilir.

Evliliğin sadece duygularla yürümeyeceğini kabul etmek gerek. Evlilikle devam edecek kadar ciddi olan ilişkilerde bireyler, öncelikle aralarında sosyo-kültürel farklılık olup olmadığına dikkat etmeliler. İçinde yetiştikleri aile ortamları birbirinden çok farklı olmamalı. İlk aylar geçtikten sonra, eşler birbirlerinden çok farklı ortamlarda yetişmiş olduklarını anlayıp, diğerinin farklı yanlarını kendi doğru bildikleri ile değiştirme çabasına girişirse sonuç hiç de iyi olmaz. Bazı evliliklerde kadın, erkeğe kendi zevklerini, isteklerini kabul ettirmek için çaba harcar, erkek de kendi isteklerinin yapılması için direnir. İki taraf da kendini haklı çıkarma telaşına düşer. Bu durumda, eşlerin birbirlerinin içinde yetiştiği çevreyi tanımaya ve anlamaya çalışması ve onun farklılıklarına saygılı davranmayı öğrenmesi gerekir ancak bunu başarmak söylendiği kadar kolay değildir.

Eskilerin eş seçiminde, aile yapısını, yaşam koşullarını büyük bir titizlikle incelemeleri boşuna değildir. Günümüzde evliliklerin kısa ömürlü olmasında, eşlerin farklı kültürel çevrelerden ve aile ortamından gelmeleri önemli ölçüde rol oynamaktadır. Evliliğin ilk dönemleri zor geçebilir.

Evlilik Terapisti Nedir?

Evlilik problemleri için etkili tedavi yöntemleri vardır. İlişkileri üzerinde çalışmaya karar verip yeterli çaba gösterildiği takdirde çiftler evliliklerini yeniden tatminkar hale getirebilir. Kimse evliliğe mükemmel bir eş olarak başlamaz. Evlilik; kendini anlamak, eşini anlamak, tartışmayı bilmek (iyi kavga etmek), problem çözmek ve farklılıkları kabul edebilmek gibi bazı beceriler gerektirir. Bazen yetiştiğimiz ailedeki etkili olmayan, olumsuz davranış kalıpları ilişkiye taşınabilir, kimi zaman da yaşamın normal güçlükleri mutlu bir evlilik sürdürmeyi zorlaştırabilir. Evlilik terapisinde yapılan bir anlamda iletişim kurmayı öğrenmektir. Problem çözme ve çok fazla incitmeden nasıl kavga edilebileceğini öğrenme gibi becerileri oluşturmaya, ilişkiyi yeniden kurmaya yardım eder. Evlilik terapisi ile; eşlerin birbirini insan olarak görmeyi öğrenmeleri hedeflenir. Karşısındakinin kişilik özelliklerini anlama ve uzlaştırılabilecek farklılıkları uzlaştırabilmeyi, uzlaştırılamayacak yanlarını ise kabul edebilmeyi öğrenmeleri  sağlanmaya çalışılır. Eşler arasında süregelen sorun alanları, tartışmaların yoğunlaştığı belli başlı konular olabilir. Evlilik terapisinde amaç; eşlerin bu konuları konuşabilir hale gelmesi ve çözüm bulmalarına yardımcı olmaktır.

Eş Terapisinin Karşılaştığı En Yaygın Problem Aldatılma

Evlilik yaşantısında çocuk kaybından sonra en stresli yaşam olayı olarak belirlenen aldatmanın yıkıcı etkisi sadece eşlerden birinin evlilik dışı cinsel ilişki yaşaması yüzünden değil, temelde yalan ve gizlilik yüzünden olduğu görülmektedir. Yalan ve yalanı gizlemek ‘eşi atlatmak için girilen kasıtlı bir çaba harcamak’ yıkıcı oluyor. Evlilik krizi nedeniyle psikolojik yardım için başvuran eşlerin uyumlarını  etkileyen sorunların saptanarak, terapi sürecinde bu sorunlar üzerinde durulması  önemlidir. Eşler arasındaki etkileşimin ve uyumun artması  evlilik doyumunu da arttıracaktır. Ülkemizde eşler arasındaki uyumu değerlendiren, geçerlik ve güvenirliği yapılmış  ölçekler olmasına rağmen bu konuda kültürümüze özgü ölçeklerin geliştirilerek değerlendirilmesi gerekmektedir. Aynı  zamanda eşler arasındaki uyuma ilişkin çalışmalar incelenirken, uyum, doyum, çatışma gibi kavramların tanımlanan ölçekler bağlamında değiştiği için bu kavramlarını doğru değerlendirilmesi önemlidir. Bu konuda daha aydınlatıcı  bilgi için kültürümüze uygun geliştirilmiş  ölçekler ile çok sayıda araştırmaya ihtiyaç duyulmaktadır.

Uzm Dr Zeynep Pınar

http://www.zeyneppinar.com

http://www.zeyneppinar.com/es-terapisi-3/ ‘den alıntıdır.

 

ERKEKTE CİNSEL YAŞAM VE CİNSEL İŞLEV BOZUKLUKLARI

http://www.zeyneppinar.com/erkekte-cinsel-yasam-ve-cinsel-islev-bozukluklari/ ‘dan alıntıdır.

Cinsel sorunlar cinsel aktivite aşamalarından herhangi birinde görülebilir.

Cinsel birleşmeyi acı verici ya da rahatsız edici buluyorsanız, partneriniz sabırlı ve sevgi dolu olduğu halde cinsel olarak uyarılmıyorsanız ya da orgazm olamıyorsanız, bir cinsel işlev bozukluğunuz olabilir.

 Cinsel bozukluklar kişinin ilk cinsel ilişkisinden itibaren ortaya çıkabileceği gibi, cinsel yaşamında bir sorun yokken sonradan da ortaya çıkabilir.

Cinsel işlev bozukluğu her iki cinsiyete de az rastlanır bir durum değildir. Profesyonel yardım almaktan utanmayın ve sıkılmayın.

Araştırmalar erkeklerin yaklaşık %40’ının yaşamları boyunca en az bir cinsel işlev bozukluğu yaşadığını göstermektedir.

1-      Azalmış Cinsel İstek Bozukluğu

2-      Cinsel Tiksinti Bozukluğu

3-      Sertleşme Bozukluğu

4-      Erken Boşalma

5-      Geç Boşalma

6-      Ağrılı Boşalma

Azalmış Cinsel İstek Bozukluğu

Sürekli olarak kişinin cinsel fantezilerinin ve cinsel etkinlikte bulunma isteğinin azalmış olması ya da hiç olmamasıdır.

Cinsel istek azlığı erkeklerin %20’sinde görülmektedir.

Cinsel Tiksinti Bozukluğu

Kişinin cinsel ilişki kurmaktan tiksinti duyması ya da kaçınması olarak kendini gösterir.

Sertleşme Bozukluğu

Sürekli olarak ya da yineleyici biçimde yeterli sertleşme sağlayamama ya da cinsel ilişki bitene kadar sertleşmeyi sürdürememektir. Farklı derecelerde ve biçimlerde olabilir.

Erkeklerin %10-20’sinde görülebilmektedir ve bu oran 60 yaşın üzerinde artış göstermektedir.

Erken Boşalma Sürekli olarak cinsel birleşme öncesinde ya da birleşmeden hemen sonra ve kişinin kendi istediği süreden daha önce boşalmanın gerçekleşmesidir. Erken Boşalma tanısının konmasında önemli olan faktör boşalma süresi değil, kişinin kendi isteği ve kontrolü dışında boşalmanın gerçekleşiyor olmasıdır.

Görülme sıklığı %20 – 30 arasındadır.

 Geç Boşalma

Boşalmanın hiç olmaması, kısmen olması ya da boşalmanın oluşması için oldukça uzun süren bir uyarılmaya ihtiyaç duyulması şeklinde görülebilir.

Görülme sıklığı %5’in altındadır.

Ağrılı Boşalma

Cinsel organlarda, cinsel ilişki sırasında yineleyici biçimde ya da sürekli olarak ağrı olmasıdır.

ERKEKLERDE CİNSEL İŞLEV BOZUKLUKLARININ NEDENLERİ NELERDİR?

 Cinsel sorunların nedenleri biyolojik ya da psikolojik olabilir.

Biyolojik Nedenler:

1-      Bazı bedensel hastalıklar cinsel işlevleri olumsuz yönde etkileyebilmektedir.

2-      Bazı ilaçların sürekli kullanımı cinsel işlevleri olumsuz yönde etkileyebilmektedir.

Psikolojik Nedenler:

 1-      Yetersiz, yanlış cinsel bilgiler

2-      Yetiştirilme koşulları

3-      Gerçekdışı beklentiler

4-      Katı dini ve ahlaki inançlar

5-      Cinsel travmalar

6-      Evlilik çatışmaları

7-      Yakınlık sorunları

8-      Stres ve üzüntülü yaşam olayları

9-      Performans anksiyetesi

10-  Tecrübesizlik

11-  Kısıtlı önsevişme

12-  Psikiyatrik rahatsızlıklar

13-  Eşte cinsel işlev bozukluğunun olması

CİNSEL SORUNLARIN TEDAVİSİ

 Cinsel İşlev Bozukluklarının tedavisinde değerlendirme ve sorunun nedenlerinin net bir şekilde ortaya konması birincil önemdedir. Standart bir tedavi uygulamasından ziyade, her kişinin ve çiftin özgül özelliklerinin tanınıp derinlemesine anlaşılması ve nedenlere yönelik çözümlerin ortaya konması gerekmektedir. Biz cinsel tedavi yöntemlerinden yararlanarak çok yönlü bir yaklaşım içinde genel psikopatoloj ilkelerini cinsel alanda kullanmaktayız. Hastanın değerlendirilmesine göre sıklıkla cinsel sorun grup terapileri, bireysel, çift ve evlilik terapileri uygulanmaktadır.

Unutulmamalıdır ki çiftler arasındaki sevgi ilişkisinin varlığı tedaviye şans veren en önemli özelliktir.

 Tedavi sürecinde cinselliğe ilişkin yanlış bilgilenme ve inanışların düzeltilmesi, çiftin cinsel iletişimlerinin arttırılması ve soruna yol açan temel etkenlerin bulunup kaldırılması ya da çözümlenmesi hedeflenmektedir.

CİNSELLİĞİN TAM GELİŞİMİ BİREYSEL, KİŞİLERARASI VE TOPLUMSAL MUTLULUK İÇİN TEMEL GEREKLERDEN BİRİDİR.

Uzm Dr Zeynep Pınar

http://www.zeyneppinar.com

Disosyatif Bozukluk Nedir

Disosiyatif Bozukluk

http://www.zeyneppinar.com/disosiyatif-bozukluk-nedir/ ‘dan alıntıdır.
Disosiyatif Bozukluk ülkemizde sık görülen bir ruhsal rahatsızlıktır. Disosiyatifin kelime anlamı çözülmedir. Disosiyatif Bozukluk çeşitli ruhsal sıkıntılar veya travmatik (üzücü, korkutucu, utandırıcı, öfke uyandırıcı) olaylarla bireyde bilinç- bellek ve kimlik sorunlarının (saçma sapan veya farklı biriymiş gibi konuşma, konuşamama, bayılma, unutkanlık, kim olduğunu bilememe vb) ortaya çıkması anlamına gelir.

Disosiyatif Bozukluk nedir?

Belirtileri nelerdir?

Disosiyatif Bozukluk neden olur?

Ne gibi sonuçları olur?

Tedavi nasıl yapılır?

Disosiyatif Bozukluk nedir?

Bu hastalarda yapılan bütün tetkik ve incelemelere rağmen bu belirtilere neden olabilecek bir beyin rahatsızlığı bulunamaz. Çocukluk döneminde kötü davranılma-travma öyküsü ile disosiyatif belirtiler arasında belirgin bir ilişki bulunmaktadır. Psikiyatri hasta grubunda yaklaşık % 5- 10 oranında görülür. Psikiyatrik sınıflama sistemi DSM IV’de 4 tipi tanımlanmıştır: Disosiyatif unutkanlık, disosiyatif kimlik bozukluğu, disosiyatif füg, depersonalizasyon bozukluğu. Ayrıca ICD 10 tanı sisteminde ise buna ek olarak disosiyatif bayılmalar ve kendinden geçme de yer almaktadır.

Belirtileri nelerdir?

En sık görülen ve doktora başvuruya neden olan belirti bayılmalardır. Bayılmalar, sara benzeri nöbet geçirme, çırpınma, kasılma gibi belirtiler şeklinde olabilir. Bu tür belirtiler genelde diğer insanlarla birlikteyken ortaya çıkar; hasta yere yavaş düşer yaralanma görülmez. Etrafta konuşulanları duyabilir ancak cevap veremez ve bayılma genelde uzun sürelidir. Bazı hastalar bu bayılma sonrası yüksek sesle ağlayarak kendine gelir. Kendine gelirken saldırgan davranışlarda bulunma saçını, yüzünü yolma gibi taşkınlık belirtileri görülebilir. Bu nöbetlere konversiyon tipi bayılma veya pseudo epileptik nöbet de denir Kişi eğer bu bayılma ve sonrasında olanları ve yaptıklarını hatırlamıyorsa bu aynı zamanda disosiyatif (kendinden geçme) nöbet olarak da adlandırılabilir.

Bayılma kadar sık başvuruya yol açmamakla birlikte Disosiyatif Bozuklukta görülebilen diğer belirti tipleri arasında kişinin travmatik bir olaydan sonra belli bir dönemi veya önemli kişisel bilgilerini ve kim olduğunu ani olarak hatırlayamaması (disosiyatif amnezi), disosiyatif amneziyle beraber kişinin kendisini farklı bir kişi olarak yaşantıladığı kişiliklere sahip olması (disosiyatif kimlik bozukluğu veya çoğul kişilik), bireyin farklı bir yerde farklı bir kimlikle belli bir süre yaşayıp eski kimliğini ve bilgilerini hatırlamaması (disosiyatif füg-kaçma)

Disosiyatif Bozukluk neden olur?

Disosiyatif bozuklukların kökeninde hemen daima çocukluk çağında yaşanmış kötü olaylar vardır. Çocuk kendisinden çok daha güçlü olan ebeveynleri veya büyük kişilerin kötü muameleleri ve olumsuz olaylar karşısında çok güçsüz ve çaresizdir, bu olaylarla baş edebilmek için tek yöntem disosiasyon yani zihinsel olarak durum. ortam ve kendisinden uzaklaşma ve kopmadır. Çocuklukta bu yöntemi öğrenen bireyler yetişkinlik dönemlerinde de bu tarzı sürdürür. Disosiyatif Bozukluk çeşitli ruhsal zorlanmalar karşısında bazı bireylerin tepki verme biçimidir, yani kişinin başa çıkamadığı travmalar (fiziksel bütünlüğe tehdit, dayak, işkence, şiddete maruz kalma, veya böyle bir duruma şahit olma, cinsel saldırı ve istismar, doğal afet ve felaketler, kişilerarası ilişkilerde kavga tartışma vb) ve diğer sorunlar (aile içi tartışma, ailevi sorunlar, kendisine yakıştıramadığı bir olaydan dolayı kendisini suçlama veya başkaları tarafından suçlanma, aşırı korku, endişe, pişmanlık) olduğunda bu duruma verdiği tepki biçimidir.

Disosiyatif bayılma veya kendinden geçme kişinin olumsuz yoğun duygulardan geçici olarak uzaklaşmasını sağlayan bir korunma düzeneğidir. Bu tür bayılmalar elektrikli cihazları yüksek voltajdan koruma işlevi gören sigortanın yüksek voltaj geldiğinde atarak elektriği kesip sistemi kapatmasına benzer. Birey bilinçli bir haldeyken kaldıramayacağı yoğun olumsuz duygulara (öfke, üzüntü, utanç, korku vb) maruz kaldığında “sigorta atarak” kişi bilincini kaybetmekte ve bu yoğun ruhsal acıdan geçici olarak kurtulmaktadır. Disosiyatif bozukluk sakin, kibar, insanları üzmek istemeyen ve onlara hayır diyemeyen insanlarda sık görülür. Buna dayalı olarak disosiyatif bozukluk olan ve çevresi ile sözel iletişim kuramayan ve sıkıntılarını paylaşamayan insanların bu sıkıntılarını bilinç değişikliği ile bir anlamda dile getirdikleri düşünülmektedir. Belirtiler her tür ruhsal baskı yaratan olaya bağlı çıkabilir (yas, ölüm, tartışma, ekonomik güçlük, ailevi sorunlar). Disosiyatif belirtileri ruhsal olarak iki yarar sağlar: İlk olarak kişi kendisinde sorun yaratan ruhsal sıkıntıdan kurtulur, ayrıca dolaylı olarak rahatsızlığı nedeniyle çevresinin tutumu daha destekleyici hale gelip kendisine anlayış gösterilebilir, kişi söyleyemediği bazı şeyleri bu durumda iken ifade edebilir. Bazı durumlarda ortaya çıkan belirtilerin kişinin yaşadıklarıyla bağlantısı olabilir örneğin görmemesi gereken bir olaya tanık olan bir kişide bu olayı hatırlamama ortaya çıkabilir.

Ne gibi sonuçları olur?

Bu belirtiler nedeni ile hastanın bazı sorunları azalabilse de iş ve aile hayatlarında sorunlar ortaya çıkar verimleri azalabilir. Aniden başlayan, geçici olarak yaşanan zor bir durum sonrası ortaya çıkmışsa, kişide başka psikiyatrik hastalık veya bedensel hastalık yok ise sonuç genelde iyidir. Ek rahatsızlığı olmayan veya geçici zorlanmalar nedeniyle disosiyatif ortaya çıkan hastalarda eğer sorun ortadan kalkmışsa belirtiler zamanla kendiliğinden kaybolur. Bu rahatsızlığı olan kişiler telkine yatkın oldukları için bir takım halk doktorları veya tıp dışı yöntemlerle hemen iyileştiği söylenen rahatsızlıkların çoğunluğunu disosiyatif bozukluk oluşturur. Bu hastalar telkine yatkın olduklarından hipnoz veya diğer tıp dışı telkin yöntemlerine iyi cevap verip belirtileri aniden geçebilirse de bu çok kalıcı olmaz, bir süre sonra yaşadıkları sıkıntılarla tekrar belirtiler ortaya çıkar. Uzun yıllardır süren, olumsuz yaşam koşulları ve zor olayların süreklilik gösterdiği kişilerde tedaviye rağmen belirtiler devam edebilir.

Tedavi nasıl yapılır?

Fiziksel ve ruhsal olarak iyice incelenen ve nörolojik bir hastalık saptanmayan hastalarda psikiyatrik muayene ile disosiyatif bozukluk tanısı konulduktan sonra tedavi başlanır. Kişide beyinle ilişkili yapısal bir hastalık bulunmadığından tedavisi acil değildir ve psikiyatrik tedavilerinin de acil servis koşullarında yapılması olanaksızdır. Bu hastaların psikiyatri hekimine psikiyatrik muayeneye uygun oldukları zaman yani konuşarak kendilerini anlatabildikleri dönemde tedaviye getirilmeleri uygundur.

Aile ve yakın çevrenin bu kişilerle sadece disosiyatif belirtileri varken ilgilenmesi (yani sadece bayılınca, saçma sapan konuşunca, dili tutulunca vb) sorunun sürmesine yol açar. Bu nedenle ailenin bu kişiye uygun ve destekleyici bir yaklaşımı genel olarak göstermesi disosiyatif belirtileri varken özel bir tutum değişikliği göstermemesi yararlı olur.

Tedavide ailenin doktorla işbirliği içinde olmasının tedavinin başarısı açısından büyük önemi vardır. Bazı kişilerde ek bir başka ruhsal rahatsızlıklar olabilir o zaman bunun tedavisi yapılmalıdır. Üzücü veya sıkıntı verici bir olay sonrası bayılan ve bunun psikolojik kökenli bayılma olduğu doktorlar tarafından onaylanan kişiler aile ortamında bayıldığında onu sakin bir odaya alıp yalnız bırakmak hastaya daha iyi gelecektir. Bu tür hastalara soğan koklatma, soğuk duşa sokma, kolonya ile el ve yüzü ovulması, çevredeki herkesin başına toplanması gibi işlemler uygulamak yardımcı olmak yerine stresini daha da artırmaktan başka işe yaramaz. Kronik ve zor olgularda tedavide iki nokta üzerinde durulur birincisi hastada zorlanma yaratan sorunların çözümü ve ikinci olarak da sorunlar karşısında disosiyatif tepkisi yerine daha olgun tepkiler geliştirmenin sağlanması. Bu bazen yıllarca sürecek ve kişilikte kısmi değişikliği hedefleyen psikoterapilerle olanaklıdır.

Gençlerde ve çocuklarda dissosiyasyon

Dissosiyatif bozukluklara gençler arasında çok rastlanır. Çocuklarda da görülür. Çocuk yaşta tedavisi daha kolaydır. Özellikle öfke patlamaları, evde ya da arkadaşları arasında şiddet kullanma, bazı söz ya da davranışlarını hatırlamama ve bu nedenle yalan söylüyor gibi görünme, ders başarısında nedeni anlaşılamayan dalgalanmalar olması, kimi zaman keyfi yerinde görünürken zaman zaman öfkeli, üzgün ruh hallerine kapılma en sık görülen belirtiler arasındadır.

Cinsel konularda fütursuz davranma, uyuşturucu madde kullanma, intihar girişimi, kendi bedenine zarar verme gibi davranışlar olabilir. Özellikle tedavisiz kalan vakalarda bu gibi yönlere sapma daha fazla görülür. Evde dissosiyatif durumu olan bir çocuk ya da gencin varlığı anababa ve tüm aile için de çok zor bir durumdur, bir çokanababanın evliliği bu nedenle sarsılır.

Dissosiyatif bozukluk olan durumlarda hemen her zaman 10 yaş öncesinden başlayarak çocukluk çağında olumsuz yaşam deneyimlerine rastlanır. Bunlar kimi zaman sıklıkla dövülme, aşırı derecede eleştiriye uğramış olma, cinsel taciz, ya da ihmale uğramış olma gibi bariz travmatik olaylardır. Ancak vakaların bir çoğunda ilk bakışta bu tür olaylar görülmese de (‘Görünürde Normal Aile’ ) anababa tutumlarında dissosiyatif bozukluk yaratan kimi özelliklere rastlanır. Görünürde travmatik yaşantılar olmasa da model (‘cici’) çocuk olma yönünde aşırı baskı ya da aşırı derecede şımartma gibi etkenler de benzeri olumsuz sonuçlar yaratabilmektedir.

Çocuğun küçük olduğu yaşlarda anne baba arasında sık olarak aşırı tartışmalar cereyan etmesi, anne ya da babanın çocukla ilişkilerinde farketmeden çift (çelişkili) mesaj kullanmaları, aile içi gizli cepheleşme, aile içinde sahte uyum gibi ilk bakışta dikkati çekmeyen fakat yakından tanımakla anlaşılan travmatik etkenler bulunur.

Dissosiyatif Aile

Bazı ailelerde küçük ya da büyük sırlar olur. Ailede yaşanan kimi olaylar görmezden gelinir. Kimi aile bireyleri,özellikle anababalar bazı olaylardaki sorumluluklarını algılamak istemezler,çünkü bu suçluluk duygusu yaratır. Buna karşılık kişilerin bazı gerçekleri kendilerinden bile saklamaları bazan ailede bir kişiyi günah keçisi haline getirir, o bir çok duyguyu diğerleri adına da yaşar.

Bu nedenle, dissosiyatif ailelerde çoğu zaman bir kişi (bazan evdeki çocuk ya da genç) ruhsal sorunlar yaşarken diğerleri normal görünürler. Psikiyatristin görevi böyle durumlarda tüm aileyi ele alarak bir kişilik hasta konumunu taşımak zorunda kalan bireyi sağlıklı duruma çekmektir. Bu yaklaşım genellikle hem o bireye hem de ailenin bütününe yararlı olur. Özellikle çocuk ve gençlik psikiyatrisinde bu tür durumlara daha sıklıkla rastlanır.
Kişinin başından geçen olayların yarattığı stres onun dayanabilme gücünü aştığında ruhsal travma yaşantısı ortaya çıkar. Dolayısı ile aynı olay değişik kişilerde travma etkisi yapabilir ya da yapmayabilir. Psikiyatride tüm ruhsal bozukluklar travma ile ilgili olanlar ve olmayanlar biçiminde ikiye ayrılabilir. Bilinen ruhsal bozukluklar içersinde bazıları büyük oranda travma etkisi ile oluşanlar bulunduğu gibi, ağırlıklı olarak bünyesel (biyolojik-genetik) etkenlerle oluşan bozukluklarda da travmanın ikinci dereceden de olsa bir rolü bulunabilir.

Ruhsal travma doğal afet, trafik kazası, hastalık, ölüm gibi nedenlerle olabileceği gibi insanın insana yaptığı kötülük nedeniyle de oluşabilir. Çocuklukta olan ve uzun süre devam eden travmalar, özellikle ailelerin çocuk yetiştirmede yol açtığı olumsuzluklar erişkinlikte de izleri görülen kronik ruhsal bozukluklara yol açabilir. Erişkinlikte yaşanan travmalar ise daha sınırlı bir etki yaratırlar, ancak kişinin daha önceki yaşam öyküsüne bağlı olarak kronikleşen reaksiyonları da başlatabilirler.

Ruhsal travma kişinin ruhsal dünyasında iç çelişkilere, sık duygusal oynamalara, birbirine karşıt düşünce biçimleri arasında gidip gelmeye, travma ile ilgili konuları zihinden uzaklaştırma çabalarına, kimi zaman da olayla ilgili konuları aşırı derecede düşünmeye, bu gibi duygulardan uzak kalma çabası içersinde duygularını ve yaşamını aşırı kısıtlamaya ve daraltmaya da götürebilir.

Ruhsal dünyamızdaki iç uyum ve harmoninin kaybına genel olarak sağlıksız dissosiyasyon adını vermekteyiz. Dissosiyasyon sözcük olarak ayrılma, bölünme, kopma, çözülme gibi anlamlar taşır. Psikolojik açıdan ise kişinin zihninde yer alan duygu,düşünce, anı ve benzeri içerikleri geçici olarak kompartımanlaştırması, bir kenara koyması anlamına gelen bir mekanizmadır. Bu mekanizma aşırı ölçüde olduğunda kişinin ruhsal bütünlüğü tehdit altına girer.

Uzm Dr Zeynep Pınar
http://www.zeyneppinar.com

Yaşamın Etkili Krizi Ergenlik Dönemi

Psikiyatrist Dr. Zeynep Pınar, ergen çocuğun isyan etmesi doğal olduğunu bu durumun çocuğun kendini ispat etmek için yapılan bir davranış olduğunu ve ailenin iyi rol model olması gerektiğini açıkladı

Doktordayız.comErgenlik 12-18 yaş arasında tanımlanan bir dönem. Fakat ergenlik dönemi bazı kişilerde 24 yaşına kadar da uzayabiliyor. Tabii dikkat eksikliği ve hiperaktivitesi olan bir kişide de ergenlik hiç bitmeyebilir. Ergenliği bir yaşam krizi olarak tanımlayan ve bu dönemin kişinin kendine yatırım yaptığı bir dönem olduğunu söyleyen Dr. Zeynep Pınar, “Ergenlik, bedenen, ruhen gelişmedir ve en kıymetli zaman dilimidir. Bu dönemin iyi yönetilmesi için anne ve babaya doğru rehberlik adına çok iş düşüyor. Ergen;sbedenen hızla gelişen,  bu gelişmeye uyum sağlamak için didinen ve bazen ellini kolunu nereye koyacağını bilemeyen gerçek anlamda bir acemidir. Çevre bazen ‘sen artık koca adam oldun’ der bazen de ‘sen daha çocuksun’ der. Ergen kendini nerede konumlandıracağını bilemez ve sonunda kendisiyle baş edemeyen, kendi kimliğini ortaya koymaya çalışan birey haline dönüşür” şeklinde konuştu.

ÖZEL ALANA MÜDAHALE YANLIŞ

Ailelerin en büyük yanlışının; ergenin kişisel alanına çok fazla müdahale etmesi olduğunu belirten Dr. Pınar, “İnsan kaç yaşında olursa olsun kişisel bir alana sahiptir. Eşiniz de olsa çocuğunuz da olsa bu alana çok fazla girmek doğru değildir. İlişkiler; soğuk havalarda üşüyen ve birbirine sokularak ısınmaya çalışan kirpiler gibi olmalı. İlişkiler birbirimizi delmeyecek kadar uzak, ısıtacak kadar da yakın olmalı. Çocuğumu koruyorum diye en büyük zararı ona verebiliriz. Unutmamak gerekir ki çocuk deneyimleyerek öğrenir, görerek öğrenir. Çocuklar anne ve babalarının söyledikleri değil yaptıklarını yaparlar. Düzenli çalışan, yaşamın değerini bilen, spor yapan, kitap okuyan, insanlara saygı ve sevgi duyan anne babanın çocuğu da bunları görerek öğrenecek ve uygulayacaktır. Bu yüzden aile kendini eğitmeli, değiştirmeli, davranışlarına dikkat etmelidir” ifadelerini kullandı.

AİLE İYİ ROL MODEL OLMALI

Ergen gencin isyan etmesinin doğal kabul edilmesi, bu isyanın anne babaya karşı değil çocuğun kendini ispat etmesine yönelik bir davranış olduğunu açıklayan Dr. Pınar, ailenin çocuğu çok iyi bir rol model olması gerektiğinin önemini vurguladı. Dr. Pınar, “Ergen çocuk yetiştiren aile onun psikolojisi ile ilgili kitaplar okumalı. Çocukla iyi vakit geçirilmeli, özellikle babalara çok iş düşüyor, ellerinden kumandayı bırakıp çocukları ile zaman geçirmeleri gerekiyor. Çünkü tek başına annenin eğitimi yeterli değildir. Aile yeni bir yaşamın mimarıdır. Gencin zararsız başkaldırıları hoşgörüyle karşılanmalı. Özellikle saçıyla, kıyafetiyle, sözleriyle ilgili değişik uslüplarına dokunmamalıyız. Zorla kestirdiğiniz saçı sebebiyle çok büyük travmaya uğrayıp, sıkıntısını sigarayla ya da başka bir maddeyle gidermeye çalışabilir ki bu sağlıksız alışkanlıklar kazanmasına yol açar. Halbuki saçlarına bir müddet sonra siz istesenizde istemesenizde kestirecektir. Gencin nasıl göründüğüyle değil nasıl alışkanlıklar edindiğiyle uğraşmalıyız” dedi.

UZMANDAN DESTEK ALINMALI

Uzm. Dr. Zeynep Pınar, kötü iletişimin öfke doğuracağının unutulmaması gerektiğini ve aile içinde çocuğun da fikrinin alınarak bu geçiş döneminin sakin atlatılabileceğini söyledi. Dr. Pınar, “Çocuğun bu dönemde psikiyatri uzmanından destek alması faydalıdır. Bir uzmandan destek alınması çocuğun güvenini zedelemez. Yüzme öğrenmek için yüzme hocasına, dans etmeyi öğrenmek için dans hocasına gidiliyorsa yaşam krizini doğru bir şekilde atlatmak için de bir psikiyatriste gitmek gerekir” açıklamasını yaptı.

 

 

GÜVENLİ BİR DAYANAK BULAMAMAK: ÖKSÜZ YETİM

güvenli_dayanak_bulamamak_öksüz_yetim

 

Esmer, zayıf, yanakları içe çökük, elleri ince, masum bakışlı bir kızdı. Yanında ise konuşurken göze bakamayan, her halinden problemli bir çocukluk geçirdiği belli olan babası vardı. Kıza ellerini uzat dedim, uzattı. Babası bağırdı: “Düzgün uzat!” “Kızım şuraya otur dedim!” Kız doğru yere oturdu, babası bağırdı: “Nereye oturdun öyle?” Bir üveylik hemen sezilmişti ama nasıl?

Baba, daha çocukken yetimhanede büyümüştü. Orada küçük bir meslek sahibi olup evlenmişti. Eşiyle anlaşamayınca hamile kadını terk etmişti. Yavrusunu hiç aklına bile getirmemişti 20 yıl. (Yeryüzünde nerede bir yavrusu olduğunu bilmeyen pek çok erkek vardır herhalde.) Çocuğu dünyaya getiren kadın kısa bir süre sonra ölmüştü. Yaşlı anneanne ise kızı büyütürken bunamaya başlamıştı. Çocuk ve bunamış anneanne senelerce yardımla yaşar hale gelmişlerdi. Bu sağlıksız ortamda yaşayan kıza bir de hastalık musallat olmuştu. Daha önceki hikâyelerde tariflediğim “Manik hecme.” Önceleri düzgün davranan kızcağız, hastalığın oluşturduğu cinsel kamçılanma sebebiyle, erkeklerle samimiyeti arttırmış, kendini bilmez davranışlarda bulunmaya başlamıştı.

Bu arada 20 yıl önce dul kalan baba, büyük bir şehre taşınmış, iyi bir işe sahip olmuş, renkli gözlü, güzel, öfkeli, uyanık ve kocasını çok iyi çekip çeviren bir kadınla evlenmişti. Güzel güzel, akıllı ve eğitim ortamında sağlıklı üç çocuğu vardı. Ama köyden gelen haberler yüz kızartıcı idi. Sahipsiz kalan kızını ele almazsa kötü kadın olacaktı. Zavallı kızcağızın haberi mutlu yuvalarında bomba etkisi yapmıştı. Sofrada ağzından akıtmadan yemek yiyemiyordu. Çünkü kullandığı ilaçlar elini titretiyordu. İlaçlar bitip kızcağız aklını tekrar kazanıncaya kadar zaten kendine olmayan güvenini hepten yitirmişti. Her davranışı göz önünde olan kız, sürekli azarlanıyor, horlanıyor. Bu sefer korktukça eli daha çok titriyordu. Yemeğini ayırdılar, odasında yiyecekti. Hiçbir canlının karşı koyamayacağı YALNIZLIĞA bu biçare de karşı koyamamış, aşırı iştah açan ilaçlarına rağmen çöp gibi kuruydu. Öz babasının evinde istenmeyen evlatlıktı. Manik hecme’den kurtulup kendine gelmeye başladığında bu esaretten kurtulmak istedi. Evden kaçıp eski evlerine gitmeye çalıştı. Zaten döven üvey anne her yerini iyice morartmıştı. Odayı da kilitlemişti. O zaman da telefon etti polise, “İmdat, beni kurtarın, hapsediyorlar,” diye. Sonuç, yine iki mor gözdü. Zorla topladığı aklı iyice karışmıştı, ama asla başkasına vuramayacak şekilde sindirilerek yetiştirilmişti. Kapana sıkışmış gibi çaresiz, ümitsiz bakınıyordu. Tüm konuşmalarıma rağmen aile sevgi ile yanaşmayı beceremedi kıza. Kızcağız manik hecme’den kurtuluyor, düzeliyor, ama dayak ve dışlanmadan kurtulamıyordu.

 

Psikiyatri Uzmanı Dr. Zeynep Pınar

Moral Psikiyatri Kliniği

HÜCRE HAPSİ

evde_hücre_hapsi_depresyon

 

60 yaşlarında olmasına rağmen 70’lik gibi görünen kadını evinde görmek zorunda kalmıştım. Altı aydır bir somyada sürekli yatıyor, yattığı yerde besleniyordu. Tuvalet ihtiyacını odada lazımlıkla karşılıyordu. Bunun sebebi başının dönmesiydi. Hiçbir doktora götürülememişti, çünkü bu odadan dışarı çıkacak gücü ve cesareti yoktu. Hiçbir tetkik yapılmamış olması ve ilerlemiş yaşı beni endişelendirmişti. Yaptığım fiziksel muayenede her şeyi sağlam gözüküyordu.

Oysa hastamız başını kaldırıp beline kadar doğrulunca, “Ay ay,” deyip çığlıklar atıyordu. “Başım dönüyor,” deyip geri yatıyordu. Üç aylık tedaviden sonra yavaş yavaş evinin içinde dolaşmaya başladı. O yattığı süre içinde kızı epey değişiklik yapmıştı. Şaşırarak dışarı baktı, yapraklar yeşermişti. Sonbaharda yattığı yerinden ilkbaharda kalkabilmişti. Yavaş yavaş evinin bahçesini dolaşması aylarımızı aldı. Sokağına çıkıp caddelerde dolaşabilmesi, minibüslerle otobüslerle dolaşabilmesi yine aylarımı aldı. İlk tanıştığımızdan yaklaşık on ay sonra bahçesinde bir yemek sofrası hazırlamıştı sadece benim için. Devamlı bakıcısı durumunda kalmış kızını nişanlamış, evi düzgün, morali yerinde, bahçe bakımlıydı. Ve beni davet etmek için evine iki duraklık mesafede olan muayenehaneme tek başına gelmişti. Davete, İcabet etmek şarttı.

 

Psikiyatri Uzmanı Dr. Zeynep Pınar

Moral Psikiyatri Kliniği

İLETİŞİM SORUNLARI: KARŞIDAN BAKMAKLA BAHAR ALINMAZ

bakmakla_bahar_alınmaz

 

 

Yaşamdan Bir Örnek:

Orta okula başladığımda (11 yaşında) hızla uzamıştım. İnşaatta demir büken ve kış ayazında boş kalan 18-20 yaşlarında mahalleden bir bir delikanlı, beni sürekli takip ediyordu. Rahatsız etmiyor, laf atmıyordu ama ilgisini belli etmek için sinsi sinsi peşimden geliyordu. Okul yolu uzundu, köşeyi dönünce kendimi ona kaybettirmek için epey beyin kıvrımlarımı çalıştırmıştım. Ben boyu uzamış bir çocuktum. Aileden zorla kopardığım okuma iznimin önüne kimsenin geçmesine izin verecek değildim. 2 sene aptal aşık, peşimde okula gittim, sonunda korkarak anneme söyledim. Delikanlının uzun sürede tehlikesiz olduğunu anlamış olmama rağmen, sosyal baskının hakim olduğu büyüdüğüm ilçede biri durumu fark eder babama söylerse ve beni okuldan alırlarsa diye ödüm kopuyordu. Annem “karşıdan bakmakla bahar alınmaz, sen hiç cevap verme, düzgün okuluna git, bıkar, vazgeçer” dedi. Vazgeçmedi… saygısı, sevgisi ve inadı ile çocukluğumu bitirdi, nefret ettirdi. Yatılı liseye gidince kurtuldum. Eve geldiğim ilk yaz tatili bilerek saçımda örtü kucağımda komşunun bebeği ile göründüm, şok oldu gitti bir daha görünmedi çok şükür…

Psikiyatri Uzmanı Dr. Zeynep Pınar

Moral Psikiyatri Kliniği

 

İLİŞKİ SORUNLARI: EVLİLİKTE KADINA CİNSEL ŞİDDET

evlilikte-kadına-cinsel-şiddet

 

Yaşamdan bir örnek:

Bakireliğin aşırı övüldüğü bir köyde büyüdüm. Çocukken cinsel organına dokunulmak, sürtünmek sureti ile tacize uğradım. Uykum arasında bir elin önümde gezinmesini dayanılmaz tiksinti ve ürpertisinin acısını size tarif edemem. Babam dahil tüm erkeklerden korktum. Çocukken seyrettiğim Türk filmlerinde ki üstü örtük sevişme sahneleri midemi bulandırıyordu. İnsanların bu saçma, iğrenç ve hayvani şeyleri neden yaptığını anlamıyordum. İnsanlar için en değerli şey “YAR” olmalıydı ki tüm türküler, şarkılar yar diyordu. En ağır küfürü de yine sexle ilgili söylüyorlardı. Filmler de gördüğüm yetmiyormuş, biz çocuklar sağırmışız gibi yanımızda iri yarı konuşan büyüklerimizden acılı, kanamalı kötü bir şey diye öğrenmiştim.

Evlilik sosyal bir ihtiyaç diye, güvendiğim biri ile evlendim, ilk bir ay kabustu. 1 ay cinsel terapiste giderek ödev yapar gibi bu işi öğrendim. Bekarlığını yeterince değerlendirmiş eşim şehvetli, çok bilgiliydi. Sabaha karşı sarılıyor, direkt elini ben uykudayken çamaşırıma sokuyordu. Bir, beş, on beş kez yapma dedim, mümkünü yok. Uykudan korkmuş, sinirim tepemde canım yanarak uyanıyordum. Sonunda travmamı söyledim, çaresi yok yine yapıyor… Bir gün kalkıp hırsımdan çamaşırlarımı parçaladım. Aylarca Çapa tıp Fakültesine “Ensest” grubuna gittim yine çaresi yok. En son bir gün uyku sersemi kendimi kaybetmiş bir şekilde ona dirsek, topuk ne geldiyse vurdum. O güne kadar 4-5 yıl beni çıldırttı ama uyanıkken yine yapmaya senelerce devam etti.

Sağlıklı normal bir kadınım, uykumu alıp, karnım doyunca istek duyarım ama sabahtan akşama çalışıp eve gelince ev işi ve çocuklarla ben uğraşırken, o televizyon karşısında yatar, tam ben artık yorgunluktan ölmüşüm gecenin ikinci yarısı yanıma gelir kabus gibi. Özenle çocuğu erken uyutmaya çalışırken çocuk beni uyutur, bazen. Çocuk uyudu diyelim, beyefendi yemek sonrası, tv karşısında güzellik uykusunu almış dizi veya maç seyrediyordur. Keyfi çatıp yatağa gelinceye kadar gecenin ikinci yarısı olur yine benim tüm bedenim yorgunluktan uyuşmuştur. Artık cevap veririm bu seferde erkenden boşalır, ben uyanık ve uyarılmış kalırım, uyuyamam. Ertesi sabah erkenden kalk tekrar işe git, tüm gün gözünde uyku ile çalış, işkence… derken çocuklar büyümeye başladı, okula başladılar. Daha 38 yaşında idi erken boşalması için asla doktora götüremediği m gibi birde sertleşememeye başladı. Günlerce bana el sürmüyor bende sesimi çıkarmıyordum. Bir gün sabaha karşı olmadık bir saatte beni sexe zorluyor, her yerimi seviyormuş gibi ovalarcasına avuçluyor. Ben tam uyanmadan sexe başlıyor. Saniyeler içinde boşalıp banyoya gidiyordu. İlişkiden sonra o banyoda iken, senelerce mastürbasyon yapıp gerilimimi atıp uykuya öyle dalabiliyordum. Öbür türlü uyarılmış, uyandırılmış sinir küpü halinde kalıyordum. Empotansı için bevliye, psikiyatri hiçbir yere götüremedim. Dedim ki: “tamam okey bana hiç dokunma böyle yaşayalım. Uyarılmayınca rahatsız olmuyorum, uyarılınca çok kötü oluyorum” dedim. Yine nafile… Aylarca sırtını dönüp uyuyor bakıyorum, uykumun en derin yerinde gene tepemde ve 1-2 dakika… Bu arada yanından hiç ayırmadığı sekreteri ile dedikodular… o kızı işten çıkar dedikçe kavgalar ve bu kısacık sex süresinde omuzumu ısırmalar. Kısa zamanda iki omuzum çürük içinde kaldı. Bir gün artık yetişkin oğlumla kahvaltı masasında iken omuzumdaki hırka düştü, çocuk omuzumda ki diş izi çürüklerini görünce gözleri büyüdü ve oda beni ısırmayı bıraktı. 50 yaşında nedense aniden empotansı düzeldi, bu sefer de “doğru düzgün sevişemedik hep bana hayır dedin” diye eziyet etmeye başladı. Ona iki güzel çocuk hediye etmenin ve onları analı babalı büyütmeye çalışmanın cezası bu olmalı. Yolda yürürken oruçlu iken bile sürekli etrafında ki genç dekolteli kadınlara sınırsız bakıyor, bana verdiği mesaj şu, sen sadece benimsin, ben bütün kadınların…

 

Psikiyatri Uzmanı Dr. Zeynep Pınar

Moral Psikiyatri Kliniği

WordPress.com'da ücretsiz bir web sitesi ya da blog oluşturun.

Yukarı ↑